Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Anasayfa
Dergiler
Sesli Dergi
Türk İşaret Dili
Teşekkürler
İletişim
Anasayfa
Dergiler
Sesli Dergi
Türk İşaret Dili
Teşekkürler
İletişim
Okumanın Sevinciyle!
Anasayfa
Okumanın Sevinciyle!
Kapak
Özel Eğitim Çocuk Dergisi Kış 2020 Sayı 2
Dinle
Editörden
Editörden Merhaba sevgili arkadaşlar, Kış sayımızla; evinize, okulunuza, sıcacık ortamınıza binlerce selamlar. Dergimizin ikinci sayısıyla sizlerle birlikte olmanın eşsiz heyecanını yaşıyoruz. İlk sayımızla ilgili sizlerden bizlere yansıyan enerjinin ardından yeni sayımızın okuma sevinci, kış ve neşe dolu sayfalarını sizlerin beğenisine sunuyoruz. Dergimizin kapağından da hemen anlamışsınızdır. Bu sayımızda “okuma sevinci” ile dolduk taştık. “Okuma”nın nice farklı şekillerini sayfalarımıza taşıdık. Bu soğuk günlerde sımsıcak evimizde; televizyonlardan, bilgisayarlardan, tabletlerden, cep telefonlarından uzaklaşıp okumanın o güzel kucağına kurulduk. Bu güzel sayfalarımızı okursanız, resimlerimize bakıp hayallere dalarsanız bizler için ne mutlu! Hele hele okumanın daha başka şekillerine; gökyüzüne, bulutlara, yıldızlara, toprağa, akan ırmağa karışırsa okumalarınız, değmeyin keyfimize. Değerli arkadaşlar, Okuyan kişinin ufku açılır, her şeyi farklı yönlerden görür. Okuyan kişi ne haksızlık yapar ne de haksızlığa göz yumar. Okuyan kişi sadece kitap okumakla kalmaz, aynı zamanda insanları, tüm canlıları, tabiatı ve evreni de okuma mutluluğuna erer. Okuyan kişi dünyanın en zengin kişisidir. Çünkü onun edindiği bilgi ve sevgi hiçbir parayla satın alınmayacak kadar yücedir. Okuyan kişi, kendini bilen kişidir. Osmanlı döneminde yaşamış önemli bilim adamımız Kâtip Çelebi’nin şu cümleleri ne güzeldir: “Kitaptan daha iyi bir arkadaş yoktur. Zaman zaman insana dert ortaklığı eder, insanın gönlünü açar, yüreğine su serper. Gönlünün her dileğine onunla kavuşursun. Böylesine güzel bir dost görülmemiştir; ne incitir ne incinir…” Kıymetli arkadaşlar, Bu sayıda yine birbirinden güzel şiirler, masallar, hikâyeler, etkinlikler sizleri bekliyor. Şiirler, masallar, hikâyeler ve resimlerle bu sayfalarda yer almanızı diliyor, birbirinden güzel çalışmalarınızı bekliyoruz. Metinlerimizi internet sayfamızdan dinleyebileceğinizi ve seyredebileceğinizi unutmadan söyleyelim. Sevgili çocuklar, Kış mevsimindeyiz. Havalar soğudu, kar düştü düşecek. Sonra yine bahar kendini gösterecek. Baharın habercisi cemre önce havaya, sonra suya ve mart ayının başında toprağa düştüğü vakit, biz de yeni sayımızla sizlerin kalbine düşmeyi ümit ediyoruz. Cemre kim mi? Onu şimdilik büyüklerinize sorun. Onlar size “cemre”nin ne olduğunu uzun uzun, güzel güzel anlatacaklar. Haydi, şimdi sessizce, dergimizin sayfalarına!.. Kalın sağlıcakla.
Dinle
İçindekiler
Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürlüğü Özel Eğitim Çocuk Dergisi Üç Aylık Süreli Yayın (Türkçe) Sayı: 2 - Kış 2020 Genel Yayın No: 7432 Süreli Yayın No: 345 ISSN: 2717-9524 Millî Eğitim Bakanlığı Adına Sahibi Prof. Dr. Ziya SELÇUK Millî Eğitim Bakanı Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Nezir GÜL Editör Çağrı GÜREL Yazı İşleri Ali ASLAN Yayın Kurulu Mehmet Nezir GÜL Çağrı GÜREL Sevil UYGUN İLİKHAN Ümare ALTUN Ali ASLAN Sevda BOLATCAN Erdoğan MURATOĞLU Nazik Selcen YILDIZ Dijital Medya Muhittin DELİHASAN Kapak İllüstrasyon Doruktan TURAN Tasarım Koordinasyon Gazi KARAKAŞ Sesli Dergi Montaj İbrahim Elibal Sesli Betimleme Yazarları Hale Aksan Kıymet KAMAN Emine Esra AKÇAR Türk İşaret Dili Çevirmeni Ahmet TOMBUL Dijital İçerik Geliştirme Mehmet Rasim TAŞ Harun DERELİ Oğuzhan UÇAR Ufuk BENLİ Osman İlker BOBUŞ Tasarım ve Uygulama 21. Cadde 1424. Sokak No: 8/2 Ostim OSB Yenimahalle / Ankara +90 312 472 96 66 www.afsmedya.com İletişim Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürlüğü Varlık Mahallesi, Eşref Bitlis Caddesi C Blok No: 10 Yenimahalle/ANKARA 06170 Tel: (0312) 413 3027 - (0312) 413 3029 Belgegeçer: (0312) 213 1356 e-posta: oer@meb.gov.tr web adresi: www.ozelegitimcocuk.meb.gov.tr Metin ve çizgilerin sorumluluğu yazar ve çizerine, kullanım hakkı Millî Eğitim Bakanlığına aittir. Kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz. Ücretsizdir. Sayfa 1 Editörden Sayfa 2 Künye-İçindekiler Sayfa 3 Pusula Sayfa 4 Aramızda: Harfler ve İşaretlerle Merhaba Sayfa 6 Kitap Okuyan Kardan Sincap Sayfa 10 Mutluluğun Resmi Okumanın Resmi Sayfa 12 Karlar Üzerinde Uçan Şampiyon: Ayşe Kader Yavuz Sayfa 14 Ayçiçeği Sayfa 15 Aşağıdakilerden Hangisi Sayfa 16 Pati ile Yolculuk: Kar Kar Karlambaç Sayfa 18 Atölye Büyüteç B-612 Sayfa 20 Göğsü Kınalı Serçe Sayfa 22 Deyimler Sayfa 23 Ben Okudum Sen de Oku Sayfa 24 Umudunu Yitirmeyen İnsan: Mitat Enç Sayfa 26 Su Başında Durmuşuz Sayfa 28 Kitaplara Fıkra Anlatan Belis Sayfa 30 Biricik Soru Binbir Cevap Sayfa 32 Şu Acayip Hayvanlar Sayfa 33 Hangileri Aynı? Sayfa 34 Eğlence Zamanı Sayfa 38 Resimli Bulmaca Sayfa 42 Bilgin Dede: Deprem Sayfa 44 Etkinlik Zamanı Sayfa 46 Renklerin Dünyası Sayfa 48 Mis Kokulu Kitaplar Sayfa 51 Türk İşaret Dili Sayfa 52 Zeynep’in Doğa Güncesi: Kardelen Sayfa 54 Beşkardeşler Macera Peşinde Sayfa 56 Rengârenk Karanfil Sayfa 58 Hayata Varım Sayfa 60 Artırılmış Gerçeklik Sayfa 62 Harflerle Savaşan Kahraman: Aslı Sayfa 64 Biz Bu Kitabı Çok Sevdik
Dinle
Pusula
PUSULA Okursan düşer cemre Havaya, suya, toprağa Çiçekler gülücük açar İlkbahar sabahına Kitaplığın yaz kış Bırakmaz seni yalnız Bilmediğin okunaksız Kalmaz şu güzel dünya Yıldızların uyusa da Gecene ışık saçar Yolda komaz pusulasız Varırsın Kafdağı’na Kitap, defter, dalgaların Açılırsın deryasına Gönlüne huzur dolar Okuyup yazdığında Okursan sen yüzünü Türlü türlü bilgilerin Yeryüzünün, gökyüzünün Kaynağı hepsi senin
Dinle
Aramızda Harfler ve İşaretlerle Merhaba
Aramızda Harfler ve İşaretlerle Merhaba! Herkese yeniden merhaba! Yepyeni bir dergiyle sizlerle bir araya gelmek ne kadar büyük bir mutluluktu benim için. Duyduğuma göre sizler de buluşmaktan memnunmuşsunuz. O hâlde kaldığımız yerden yazılarımıza devam edelim. Bu sayıda birer dergi okuru olan sizlerle OKUMAK üzerine biraz sohbet edelim istedim. Bizi dünyaya, çevremize ve hatta kendimize yaklaştıran o müthiş eylem, okumak. Yalnızlığımıza en iyi dost, sıkıntımıza en iyi rahatlatıcı, merakımıza en iyi cevap; hep okumak. Okumak fiilinin sözlükteki karşılığına baktığımızda “Bir yazıyı meydana getiren harf ve işaretlere bakıp bunları çözümlemek veya seslendirmek” tanımı dikkat çekiyor. Yani okuyabilmemiz için önümüzde harfler ve işaretler olmalı ve biz bunları çözümlemeli ya da seslendirmeliyiz. Bu, çok çok ilginç ve dopdolu bir tanım. Neden mi? Çünkü işaretlerden ve çözümlemeden bahsediyor. Öyleyse bizim okuduklarımız yalnızca yazılı metinler olmak zorunda değil. Örneğin arabada giderken sokağın girişinde bir kırmızı girilmez tabelası gördünüz. O tabeladaki işareti çözümleyerek sokağa girmemeniz gerektiğini anlarsınız. Sürpriz, siz o tabelayı okudunuz! Okuma eyleminin yazılı metinler dışındaki kocaman dünyasından devam edelim. Küçük bir çocuğu düşünün. Evde otururlarken anne ve babasının giyinip hazırlanmaya başladığını gördüğünde “At-taaa” demeye başlar. Yani gezmeye gideceklerini düşünür. Aslında çocuğun yaptığı, ebeveynlerinin davranışlarını okumaktır. Çok sevdiğiniz bir arkadaşınızı düşünün. Her karşılaşmanızda neşeli, cıvıl cıvılken o gün onu solgun, sessiz gördünüz. Ne yaparsınız? Yanına gider ve “Arkadaşım bugün pek iyi görünmüyorsun, neyin var?” diye sorarsınız. Onun yüz ifadesindeki işaretleri çözümlemiş ve onda bir farklılık olduğunu anlamışsınızdır. İşte bu sefer de duyguları okudunuz. Gördüğünüz gibi okumak öyle uçsuz bucaksız bir eylem ki sadece önümüzdeki metinlerle sınırlı kalmıyor. Etrafımızdaki her olay, her değişim, her durum okunmaya açık birer kitap aslında. İnsanların davranışlarını, çevreyi gözlemlemek ve buna uygun tepkiler vermek “duygusal okuryazarlık” olarak adlandırılır. Yani etrafınızdakilerin farkına vardıkça sizlerin de duygusal ya da sosyal okuryazarlığınız gelişecektir. İşte okumak deyip geçmememizin sebebi. Doğduğumuz andan itibaren işaretleri, davranışları, renkleri, ifadeleri okuruz. Sonra okula başlayınca okumaların en bilinenine gelir sıra: yazıları okuyabilmeye! Bu ne güzel bir armağandır bize. Okumayı öğrendikçe gitmediğimiz yerler ayağımıza gelir, görmediğimiz insanları tanır, duymadığımız bilgileri öğreniriz. Bir uçsuz bucaksız dünya, yazıları okumak sayesinde açılır önümüze. Böylece bütün kitaplar yolumuza eşlik edebilir, her yerde yol arkadaşımız olabilirler. Tam da bu sebeple bu yazıyı sadece okumaya, OKUMA SEVİNCİ'ne ayırmak istedim. Okudukça genişleyen, renklenen bir dünya dilerim hepinize. Sevgiler.
Dinle
Kitap Okuyan Kardan Sincap
Kitap Okuyan Kardan Sincap Çalışkan Sincap ödevini bitirdikten sonra odasında uzanmış kitap okuyormuş. Ayın ışığı pencereden odasını aydınlatıyormuş. “Başarıya Koşan Sincap” masalını okurken gözleri yavaşça kapanmış. -Çalışkan. Haydi kahvaltı zamanı! -Günaydın anne! -Günaydın yavrum, haydi hazırlan. -Elini yüzümü yıkayıp hemen geliyorum anne. -Heyy, yaşasıııın! -Ne oldu? Neden bağırıyorsun? -Anne, anne. Görmüyor musun? Her taraf bembeyaz, kar yağıyor kar! -Biliyorum, sana sürpriz olsun diye söylemedim. -Anne ne olur! Karda oynamak istiyorum! -Şimdi olmaz, kahvaltını yapıp okula gideceksin. Geç kalmanı istemiyorum. Okulda arkadaşlarınla oynarsın. -İyi dersler. -Teşekkür ederim, ben gidiyorum. Çok mutluyum çok. Her taraf bembeyaz!.. O sırada Zeka Küpü ile Merhametli Sincap kar topu oynayarak yürüyorlarmış. Onları ağaçların arkasında gören Çalışkan Sincap gülümsemiş. Kar topu yaparak Zeka Küpü’ne atmış. -Kim attı bu kar topunu? -Şakacı bendim! -Yok artık. Kardan sincap olmama az kaldı... Çalışkan Sincap’ı tar topu yağmuruna tutmuşlar. -Hoş geldiniz küçük sincaplar, artık kış geldi, kar yağdı, her taraf beyaza boyandı. -Hoş bulduk öğretmenim. -Küçük sincaplarım, isterseniz bugün kitap okumanın güzelliğini konuşalım, ne dersiniz? Kitap okumak niçin önemli? -Öğretmenim her kitaptan yeni şeyler öğreniyoruz. -Canlılara nasıl iyi davranılacağını öğreniyoruz. -Başarılı olmanın yollarını öğreniyoruz. -Aferin size sevgili sincaplarım! Her kitapla yeni bir dünyaya yolculuk yaparız. Haydi bakalım, okuduğu kitabı bize kim anlatacak? -Öğretmenim ben, ben! Çok güzel bir masal okudum. Onu sizinle paylaşabilirim! -Haydi bakalım anlat Çalışkan Sincap! -Arkadaşlar, okuduğum masalda yavru bir sincap vardı. Ceviz toplama yarışması vardı. Ancak kendisine pek güvenmiyordu. Ama annesinin okuduğu Şampiyon Sincap adlı hikayede onun nasıl başarılı olduğunu öğrendi. İlk önce kendimize güvenmemiz gerekiyormuş. Sonra çok çalışmalıymışız. Üçüncü adımda ise pes etmemeliymişiz. -Evet yavru sincaplarım! Başarının sırrı, hayalini gerçekleştirme inancını kaybetmemektir. Küçük sincap bize bunu anlatıyor. Bakalım Çalışkan Sincap hikayeyi nasıl tamamlayacak? Seni dinliyoruz kitap kurdu! -Evet, öğretmenimin dediği gibi küçük sincap başarılı olma hayali için çok çalıştı. Pes etmedi. Ve nihayet o yılın ceviz toplama şampiyonu oldu. Bravo! Vay be! Güzel hikaye! -Aferin kitap kurdu, güzel bir hikayeydi. Şimdi benimde size bir sürprizim var! -Öğretmenim, lütfen bizi merakta bırakmayın! Sürpriziniz nedir söyler misiniz? -Bugün kitap okuyan kardan bir sincap yapacağız, ister misiniz? -Yaşasın! Kardan sincap yapacağız. Bu sevinçle bahçeye çıkmışlar. Kardan sincap yapmaya başlamışlar. -Öğretmenim, kardan sincap üşümesin diye bunu giydirelim mi? -Benim sevgi dolu bebeğim! Sen çok şefkatlisin, aferin. -Merhametli, merak etme üşümez! Çünkü onun canı yok! -Çalışkan Sincap doğru diyorsun ama duyarlı olmak kötü değil! Herşeyi akılla değerlendirme. Bazen de kalbinin sesini dinle! -Öğretmenim, bu kitabı kardan sincabım eline siz koyun. Çünkü siz bir öğretmensiniz. -Teşekkürler Bilge! Hep birlikte el ele tutuşup kardan sincabın etrafında şarkı söylemeye başlamışlar. Gökte kar, yerde kar var Oyun oynarlar sincaplar Elinde kitap okuyan Kardan sincabımız var. Sonrasında ne mi olmuş? Birkaç gün sonra yarıyıl tatili gelip çatmış, karneler dağıtılmış, okullar tatil olmuş. Bizim sincaplar yuvalarına çekilmişler. Ellerine güzel güzel kitaplar almışlar. Okumuşlar, okumuşlar. Sonrasında güzel mi güzel kış uykusuna yatmışlar.
Dinle
Mutluluğun Resmi Okumanın Resmi
Mutluluğun Resmi Okumanın Resmi Çocukluğum! Uçsuz bucaksız ne güzel resimler: Kar öyle yağmış, öyle yağmış ki yollar kapanmış, ağaçlar kar ile dolmuş, kuşlar telaşla uçuyor gökte. Sobamız öyle güzel yanıyor ki adeta şımartıyor bizi. Küçük sürgülü pencerelerimizden bakıyorum karşı dağlara: Çam ve köknar ormanı beyaz bir elbise giymiş. Kar taneleri, tek tek düşüyor koyu bir sisin içinden; birbirine değmeden. “Meleklerin kanatlarında.” diyor ağabeyim; “Onun için değemezlermiş birbirlerine.” Ve kitaplarım, resmimi tamamlıyor. İçinde neler yok ki: Trenler, arabalar, uçaklar, gemiler, uzak ülkeler… İşte bunu çok seviyorum ben! Kelimelerin katarına biniyorum. Kelimeler cümleleri, cümleler paragrafları, sayfalar sayfaları kovalıyor. BAŞKA DÜNYALARA DOĞRU UÇUP GİDİYORUM. Güzel bir zamanı yaşıyorum. Kitap sayfaları arasında yazarın kafasına, oradan hayatın başka sayfalarına doğru kanatlanıp uçuyorum. Ah, ne güzel bir dünya, ne güzel bir resim! Okumanın farklı anlamları da var: Kedilerimizin miyavlamasından, köpeğin dizlerime sürtünmesinden ne dediklerini anlayabiliyordum. Dedem, hava durumundan o sene meyvelerin nasıl olacağını, ürünün bol mu yoksa kıt mı olacağını bilirdi. Ağabeyimin yüzünden duygularını, ablamın yüzünden mutluluğunu okuyabiliyordum. Babam çam ormanının içinden gelen yeşil renkli küçük kurbağanın sesini duyuncahava durumuna odaklanırdı. Amcam, ceviz fidanlarını su, taş, toprak, nem durumunu da hesaba katarak nereye dikeceğini bilirdi. Biz insanı, havayı, suyu, toprağı çok iyi okurduk; tabiat adeta bir kitap gibi açılırdı önümüzde. Bir gün ortaokulda bir metni yorumlarken Türkçe öğretmenimiz kafamdaki okumak sözünü zenginleştirdi: Doktor da hastasını okuyor, dedi. Bitkileri okuyanlar da var. Fizikçi maddeyi okuyor, biyolog hücreleri. Astronom, uzayı okuyor: ayı, güneşi, yıldızları, gezegenleri. Haklıydı. “Başka” diye sordu? Herkes bir şey söyledi. Bence müzisyen de sesleri okuyordu, şair de duyguları. “Öğretmenim.” dedi, Niyazi: “Bizim çoban da hayvanların davranışlarını okuyor! Hangisi süt verecek, hangisinin kuzusu olacak, hangisi hasta, hepsini biliyor.” Haklıydı o da. NE KADAR ÇOK OKUMA VARMIŞ MEĞER; bunu bilmiyordum. Ama bir arkadaşımızın anlattığı hikâye beni çok etkiledi: Dedesi okumuş birisiymiş. Çok kitapları varmış. Bütün hayatı köyde geçmiş ama hep okumuş, boş zamanlarında, yaz kış. Sabah erkenden kalkmış okumuş, gece geç yatmış okumuş. Bir gün hastalanmış. Şöyle demiş: “Dünyada her şeye doydum ama okumaya doyamadım!” Bunu anlatırken çok hüzünlenmişti arkadaşımız. Gözlerinde biriken yaşları saklamaya çalışıyordu. Dedesi öldükten sonra onun kitaplarını okuyacak kimse bulamadıkları için toprağa gömmüşlerdi. Çok üzülüyordu. “Ben okuyabilirdim oysa!” diyordu. Onun kitaplara olan düşkünlüğünü bu hikâye ile ilişkilendirdim. Bizi yönlendiren teşvik edici tecrübelerimiz vardır. Öğretmenimiz bu hikâyeyi iyi bir şekilde yorumladı: “Ahmet” dedi, “bu kitap gömme işini istersen vefat eden bir yakınımızın gömülmesi olarak değil de bir tohumun ekilmesi olarak görelim. Bak o zaman ne güzel olacak! Şöyle düşün: Bu ekilen kitaplardan sizler filizlendiniz. Sizler, o ekilen tohumların fidanlarısınız şimdi.” Öğretmenimizin bu sözleri sadece Ahmet’i değil, hepimizi çok mutlu etmişti; kendimizi bir an toprağa saçılan harflerden, cümlelerden filizlenmiş fidanlar olarak hissetmeye başlamıştık. Toprakla, hava, su ve güneşle nasıl da organik bir bağ vardı köklerimiz ve gövdemiz arasında; bunu hissedebiliyorduk. Bizler daha mutlu, daha güzel insanlar olabilmek, daha iyi okumalar yapabilmek için topraktan biten tohumlar gibiydik! Daha ne isteyebilirdik? Bundan büyük mutluluk mu olurdu? Bütün resimlerimi bir bir gözden geçirdim; onlardan yeni resimler oluşturdum. Baktım ki, bütün resimlerimde eksik olmayan bir şey var: Okumak! Bu eylemde sanki bütün hayallerim, bütün güzellikler, bütün yollar birleşmiş gibi: Hepsinde okuma var, hepsi okumaya çıkıyor. Biliyorum okuma olmasa, eksik, çok eksik kalacağım. Adeta kökleri taşların içinde kalmış bir fidan gibi. Bence mutluluğun resmi okumanın da resmi olmalı.
Dinle
Karlar Üzerinde Uçan Şampiyon: Ayşe Kader Yavuz
Karlar Üzerinde Uçan Şampiyon: Ayşe Kader Yavuz Merhaba. Ben Ayşe Kader Yavuz. Erzincan’da dünyaya geldim. İki yaşıma geldiğimde konuşma bozukluğundan dolayı ailem, Ankara Hacettepe Üniversitesi Hastanesi Odyoloji bölümüne götürdü. Yapılan testler sonucunda işitme kaybım olduğu ortaya çıktı. İşitme cihazı kullanmam gerektiğini söylediler. Sekiz yaşına geldiğimde koklear implant ameliyatı olup yeni bir cihaz takıldı. Daha sonrasında Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde konuşma ve duyma terapilerine başladım. İlkokul, ortaokul ve lise eğitimlerimi Erzincan’da tamamladım. Liseye başlayacağım zaman rehberlik ve araştırma merkezinin (RAM) önerisiyle Sümer Özel Eğitim Meslek Okuluna başladım. Okul müdürümüzün destekleriyle Türkiye Özel Sporcular Spor Federasyonuyla tanıştım. Sporcu babamın teşvikiyle dört yaşında kayak sporuna başladım. Okulumuzun kayak kulübüne girerek yarışmalara katıldım. 2015 yılında yapılan Özel Sporcular Türkiye Şampiyonası’nda Türkiye 1.si oldum. O yıl evraklarım yetişmediği için Dünya Şampiyonası’na katılamadım. Ama pes etmeden azimle çalışıp 2016 yılında Erzurum Palandöken’de yeniden Türkiye Şampiyonu oldum. 2016 yılında Polonya’da yapılan Dünya Kayak Şampiyonası’nı Dünya ve Avrupa ikincisi olarak tamamladım. İki gümüş madalya kazanarak şanlı bayrağımızı gururla dalgalandırmanın mutluluğunu yaşadım. 2017, 2018 ve 2019 yıllarında yapılan Türkiye Şampiyonalarında da yine birincilik kürsüsündeydim. 2017 yılında Fransa’da düzenlenen Dünya Kayak Şampiyonası’nı Dünya üçüncüsü, 2018 yılında Polonya’da düzenlenen Dünya Kayak Şampiyonası’nı ise yine Dünya ve Avrupa ikincisi olarak tamamladım. Henüz çok genç olmama rağmen çok sayıda madalya kazandım. 2018 yılında Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın daveti üzerine Çanakkale Şehitleri Anma Programı’na katıldım ve kendisi ile sohbet etme imkânım oldu. Cumhurbaşkanımıza dünya birinciliği sözü verdim. Ara vermeden yazın kondisyon ve güç antrenmanı, kışın ise uzun süre kamp yaparak çalışmalarıma devam ettim. 2020 yılında İtalya’da yapılacak olan Dünya Kayak Şampiyonası’na çok sıkı hazırlanmıştım. Ancak COVID-19 salgınından dolayı yarışmalar iptal edildi. Şu anda antrenmanlarıma devam ediyorum. Dünya Kayak Şampiyonası’nda ülkeme birinciliği getireceğime inanıyorum. Şanslı bir engelliyim. Engellilerin en büyük destekçisi aileleridir. Ben de böyle bir aileye sahip olduğum için şanslıyım. Bana bugünlerimde destek olan aileme teşekkür ederim. Sevgili kardeşlerim; İnanıyorum ki başarmanın sırrı çok çalışmaktan geçer. Hiçbir zorluk kazanmamıza ve başarmamıza engel olamaz. Kalın sağlıcakla.
Dinle
Ayçiçeği
AYÇİÇEĞİ Her sabah Girersin sınıfa ışıltılarla. Senin gittiğin yöne Döneriz yüzümüzü. Sevgi dolu, Bilgi dolu sözlerin Isıtır içimizi. Sen bir güneşsin, Bizlerse ayçiçeği; Aydınlat bizi öğretmenim, Anlat bize gerçeği.
Dinle
Aşağıdakilerden hangisi
Aşağıdakilerden hangisi daha çoktur? Aşağıdakilerden hangisi daha tatlıdır? Aşağıdakilerden hangisi daha yavaştır? Aşağıdakilerden hangisi daha kötü kokar?
Dinle
Pati ile Yolculuk Kar Kar Karlambaç
Pati ile Yolculuk Kar Kar Karlambaç Tam da canımızın dondurma çektiği bir zamandı. Ninem karlambaç yemek için bizi köye davet etti. Nasıl, güzel bir davet? Pati’nin gözleri meraktan acayip pörtlemişti. Karlambacın ne olduğunu henüz bilmiyordu. Gözlerindeki büyümenin sebebi buydu. Pati, biraz kem küm etti. Sonra da “Şey, karlambaç yeme yolculuğuna ne zaman başlayacağız?” diye sordu. Ben de “Yarından tezi yok, gideriz dostum.” dedim. Buna çok sevindi. Sevincini birkaç küçük zıplama eşliğinde “kar, kar, karrr, lam, lam, lammm, baç, baç, baççç, karlambaçççç…” diye şarkı söyleyerek dile getirdi. İkimiz de ninemi çok seviyorduk. Özlemiştik. Ertesi gün oyuncakçıdan iki at aldık. Biri kızıl diğeri beyaz. Atlarımıza bindik. Karlambaç yemek için köyün yollarına düştük. Çevre kirliliği yoktu. Gökyüzü kül renginde, kış merhametliydi. Yine de biraz üşüdük. Canciğer dost bir köpek Pati. İyi bir yol arkadaşı. Yolda bana şiirler okudu, gökyüzüne şarkılar söyledi. Şarkıların bazı yerlerini birlikte söyledik. Sesimiz gökyüzünün boşluğunda kayboldu gitti. Az gittik uz gittik. Derelerden geçtik, tepelerden uçtuk. Saçlarımız rüzgâr rüzgârdı. Ne de olsa altımızda uçan atlar vardı. Son tepeyi çıktığımızda köy göründü. Hem de nasıl? Tepeye tırmanan at gibi göründü köy. Pati’ye, “İşte, oraya gideceğiz!” dedim. Parmağımın ucuna bakan gözlerinde müthiş bir ışıltı dolandı. Eve sessizce girdik. Ninem sobaya meşe odunlarını atıyordu. Bizi görünce şaşırdı. Hemen ellerini öptük. “Burnunuzun ucu kızarmış, üşümüşsünüz.” dedi. Ardından da “Sobanın yanındaki minderlere oturun, içiniz ısınsın.” diyerek odadan çıktı. Isınır ısınmaz kendimizi dışarı attık. Bahçede güvercinlerine ve diğer kuşlara yem serpen dedemi gördük. Çok sevindi. İkimiz de kollarının altına sokulduk. Bizi kucakladı, başımızı okşadı. Pati’ye kuşlara yem attırdı. Ben de kaplara su koydum. Kuşlar Pati’nin yem atmasını şaşkınlıkla izlediler. Dedemden izin aldık. Tam oyun oynayacaktık ki ninem pencereden “HAYDİN SOFRAYA!” diye çağırdı. Yedik. İçtik. Sobanın etrafında mayıştık. Uyku ülkesine yolculuğa çıkacaktık ki ninem elinde şişeler ve tepsiyle odaya döndü. Şifa deposu pekmez şişesi, karadut ve vişne şurupları, büyük kar kâsesi… Sonra sobanın üstüne dört sıra kestane dizdi. Anlaşılan karlambaçtan sonra kestane de yiyeceğiz. Meraklı arkadaş Pati, karlambaç hazırlığı yapan ninemi büyük bir hayretle izliyordu. Ninem kâsedeki karın üstüne pekmezi döktü. Bir an sulu pekmez olacağını zanneden Pati, - Kar erimez mi, diye sordu. Ama kafasındaki bu soru, bu küçük çatışma çabuk bitti. Sonunda öyle olmadığını gördü. Ninem, - Çocuklar, aslında bu, eski çağlardan beri kar dondurması, kar aşı, kar helvası dedikleri şeydir. Kışın şifa niyetine yazın da içimize serinlik versin diye yenir, dedi. İkimize de birer kâse karlambaç ikram etti. Sevinçle kaşıkladık. Pati, bir yandan da kuyruğunu sallayarak “Dostum, harikalar ülkesinde miyiz?” diye mırıldandı. Çünkü karlambaç çok lezzetliydi. Köyümüz. Kar kar karlambaç. Tadı aklımızdan çıkacağa benzemiyordu.
Dinle
Atölye Büyüteç B-612
ATÖLYE BÜYÜTEÇ B-612 Renklerin de Braille Alfabesi olabilir mi? Louis Braille, 1821 yılında görme engelliler için alfabe geliştirirken bir gün bu alfabenin renklerin algılanmasında da işe yarayabileceğini düşünmemiştir eminim. Ankara Sincan Şehit Abdullah Büyüksoy BİLSEM (Bilim ve Sanat Merkezi) öğrencileri, görme engelli bireylerin renklerle bağ kurmasını sağlayacak bir buluşa imza attı. Dünyada ilk kez bir renk alfabesi oluşturdu. Bu renk alfabesi de tıpkı Braille alfabesi gibi. Kodlardan oluşuyor. Her renk kodu bir rengi gösteriyor. Öğrencilerin “Braille Kodlu Renk Pikselleri” adını verdiği proje, Uzay ve Teknoloji Festivali TEKNOFEST 2020’de “İnsanlık Yararına Teknoloji - Sosyal İnovasyon” kategorisinde birincilik ödülü aldı. Bu proje ile üretilen renk kodları sayesinde yalnızca ülkemizdeki değil tüm dünyadaki görme engelliler renkler hakkında bilgi sahibi olabilecek. Sanattan eğitime kadar yaşamın birçok farklı alanında sadece renk alfabesini kullanarak renkleri ayırt edebilecek. Ne kadar heyecan verici! Köpekler sadece “en iyi” dostumuz mu? Geçenlerde gittiğim bir çiftlikte bembeyaz bir köpekle karşılaştım. Çok güçlü görünüyordu ve boyu da upuzundu. Sahibi bizi tanıştırdı. Akbaş cinsi bir çoban köpeğiymiş. İsmi de Cesur. Akbaşların özelliğiymiş zaten cesur olmak. O gün Cesur’la arkadaş olduk, hatta oyun bile oynadık. Biliyorsun köpekler insanın en iyi, en yakın dostudur. Peki hiç düşündün mü biz insanlar köpeklerle ne zaman dost olduk? Geçtiğimiz ay yayımlanan bir araştırmaya göre çoook eski zamanlarda. Araştırmacılar çok sayıda köpeğin DNA’sını inceledi ve hayvanlar dünyasındaki en iyi dostumuzun aynı zamanda en eski dostumuz olabileceğini gösterdi. Hazır mısın? Söylüyorum. Köpeklerle dostluğumuz tamı tamına 11 bin yıl önce başlamış olabilirmiş. Belki daha da önce... Bu arabada ön koltuk daima büyüklerin! Üzerine oturduğunda seni tanıyan ve seninle konuşan bir araba koltuğu hayal et! Gaziantep’teki BİLSEM öğrencileri tam da bununla ilgili bir proje hazırladı. Yeni bir araba koltuğu tasarladılar. Bu koltuğa oturduğunda senin boyunu ve kilonu ölçebiliyor. Ön koltukta bir çocuğun oturduğunu anladığı anda da arabanın çalışmasını engelliyor. Adeta sana şöyle diyor: “Çocukların ön koltukta seyahat etmeleri tehlikelidir. Motorumu çalıştırabilmem için arka koltuğa geçmeli ve emniyet kemerini takmalısın. Seni korumak benim önceliğim.” Bu koltuk çok özellikli! “Ön Koltuk Büyüklerin” adlı bu proje TEKNOFEST 2020’de İlkokul- Ortaokul Akıllı Ulaşım Kategorisinde Türkiye Birincisi oldu. Afet ve acil durum çantan hazır mı? Biliyorsun her ailenin evinde bir AFET VE ACİL DURUM ÇANTASI olmalı. Bu çanta bir afetin olması durumunda yetkili kurumlar size ulaşıncaya kadar ihtiyaçlarınızı karşılamanızı sağlar. Çantada afet ve acil durumlardan sonraki ilk 72 saatlik sürede ihtiyaç duyabileceğiniz miktarda gıda, su ve diğer malzemeler bulunmalı. O nedenle ailenle çantanızı önceden hazırlamanız çok önemli. Aşağıdaki malzemeleri afet ve acil durum çantasına yerleştirmemiz gerekli. Bize yardım edebilir misin? Haydi, malzemelerin her birini çantanın içine istediğin gibi çizerek yerleştir. Çanta hazır olunca da fotoğrafını çek ve bize gönder, web sitemizde yayımlayalım. E-posta adresimiz: oer@meb.gov.tr İlk yardım çantası, Su, Önemli belge fotokopileri, Battaniye, uyku tulumu, çadır Pilli radyo,El feneri ve yedek piller, Giyecekler, Hijyen malzemeleri, Koli bandı, Not defteri ve kalem, Çakı, düdük, çakmak, Besin değeri yüksek ve dayanıklı gıdalar
Dinle
Göğsü Kınalı Serçe
GÖĞSÜ KINALI SERÇE Azdan çoktan, hoppala hoptan; sana bir mintan yaptırayım çerden çöpten, ilikleri karpuz kabuğundan, düğmeleri turptan. Haydi, dinle masalımı o zaman. Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, çok uzak bir yerde bir orman varmış. Ormanda insanlar ve hayvanlar birbirleri ile neşe içinde yaşarmış. Irmakların şırıl şırıl aktığı, kuşların keyifle şarkılar söylediği bu ormanda tüm canlılar hayal kurmayı çok severmiş. Gökyüzü bu hayalleri dinlemeye bayılır, masmavi rengini de bu hayallerden alırmış. Günlerden bir gün insanlar ve hayvanlar hayal kurmayı unutmuş. Gökyüzü de masmavi rengini yavaş yavaş kaybetmeye başlamış. “Acaba olanları duyabilir miyim?” diye yeryüzüne inmeye karar vermiş. İnmiş, inmiş, inmiş… Dağlara çarpmış, ağaçları kırmış. O kadar inmiş ki insanlar evlerine, hayvanlar yuvalarına çekilmiş. Öyle ki zamanla böyle yaşamaya alışmışlar. Her şey böyle sürüp giderken bir gün minicik ayaklı, küçücük gagalı ve göğsü kınalı bir serçe doğmuş. GÖĞSÜ KINALI SERÇE annesine sormuş: — Anne neden biz bu küçücük yuvada yaşıyoruz? Annesi ona olan biteni anlatmış. Minik serçe: — O zaman yeniden hayal kurarsak gökyüzünü eski yerine yükseltir ve eski rengine kavuşturabiliriz değil mi, demiş. Annesi sessizce onun minik kanadını okşamış ve gözlerine bakarak tebessüm etmiş. Minik serçe annesinin anlattıklarını düşünüp ormanda gezmeye başlamış. Bir ağacın dibine gelmiş, yatmış yere ve gökyüzünü ayakları ile itmeye başlamış. Diğer hayvanlar minik serçenin sesini duyup başlarını yuvalarından çıkarıp bakmışlar. Minicik hâliyle koskoca gökyüzünü itmeye çalışan serçeye sormuşlar: — Hey, Göğsü Kınalı Serçe, ne yapıyorsun orada öyle? Gökyüzünü minicik canıyla titreye titreye yukarı itmeye çalışan serçe, başını hafifçe sesin geldiği yöne çevirmiş. — Gökyüzünü eski yerine itmeye çalışıyorum ama üstüme düşerse diye de korkudan kırk kantar yağım eriyor. Hayvanların çoğu, Göğsü Kınalı Serçe’nin bu çabasını anlamsız bulup gülüp geçmişler. Yalnızca birkaç karınca gelip Göğsü Kınalı Serçe’ye yardım etmiş. Onlar orada gökyüzünü itedursunlar, ormanların kralı aslan olan biteni duyup gelmiş. Minik serçeye ve karıncalara dönüp sormuş: — Ne yapıyorsunuz siz burada? Aslanın heybetini gören serçe, biraz ürkek bir sesle cevap vermiş: — Bizim bir hayalimiz var, gökyüzünü tekrar eski yerine itiyoruz. Aslan, minik bir kuşla birkaç karıncanın bu cesaretine şaşırıp kalmış, biraz da utanmış. — Peki, haydi birlikte deneyelim, demiş. Başlamışlar gökyüzünü itmeye. Aslanın onlara katıldığını gören diğer hayvanlar da cesaretlerini toplamışlar. Her şeyin eskisi gibi olabileceğine dair umutları yeşermiş. Tilki, sincap, geyik derken ormanda kurt, kuş kim varsa gelip katılmış bu hayale. Hayvanlar hep birlikte gökyüzünü itince, gökyüzü kıpırdanmış. Yıllardır uyuduğu umutsuzluk uykusundan uyanmış. Bir toz bulutu kalkmış. Gökyüzü yükselmeye başlamış. Gökyüzünün yükselmeye başladığını gören insanlar neşe içinde evlerinden çıkmışlar. Onlar da katılmışlar bu umut kervanına. Bütün canlılar bir hayal için bir araya gelmiş. Bir hayal için bir araya gelenlere kâinat yardım edermiş. Dünya bayram yerine dönmüş. Çocuklar sevinçle oynamışlar. Gökten üç elma düşmüş, biri anlatana, biri dinleyene, biri de hayallerinden hiç vazgeçmeyenlere… * Bir Anadolu masalından ilham alınarak kaleme alınmıştır.
Dinle
Deyimler
DEYİMLER OK YAYDAN ÇIKMAK/FIRLAMAK Artık geri dönülmeyecek bir iş yapmak, bir söz söylemek. ALMIŞ SATMIŞ, ÇEKMECESİNİ KAPATMIŞ İş hayatından çekilmiş, yapabileceği her şeyi yapmış, artık bu işle uğraşmayan. TESLİM BAYRAĞI/BAYRAĞINI ÇEKMEK Yenilgiyi kabul ettiğini açıkça kabul etmek, artık hiç karşı gelmemek, boyun eğmek. TEPE TEPE KULLANMAK Birinin bir şeyi yıpranacağını düşünmeden, hoyratça, esirgemeden kıyasıya kullanmak. ARALARINDAN SU SIZMAMAK (iki kişi) çok sıkı ahbap olmak, çok yakın arkadaşlık, dostluk kurmak. "Son günlerde aralarından su sızmıyordu, bozuşmuşlar." ARMUT PİŞ AĞIMA DÜŞ Ben hiç emek vermeksizin her şey hazır olup ayağıma gelsin anlayışında olanların bu durumlarını anlatmak için söylenir. AYAĞINI KAYDIRMAK Bir yolunu bularak birisinin işinden etmek, görevinden uzaklaştırmak. KEDİ UZANAMADIĞI CİĞERE MUNDAR (KİRLİ/PİS) DER Kişi elde edemediği bir şeyi istemiyormuş, beğenmiyormuş gibi görünür. ACI SÖZ SÖYLEMEK İncitici bir şekilde konuşmak, kalp kırmak.
Dinle
Ben Okudum Sen de Oku
BEN OKUDUM SENDE OKU Kitabım elimdeyken İçim neşe doluyor Bütün harfler, cümleler Sanki bayram ediyor Okumayı öğrendim Şiirler ezberliyorum En güzel masalları Kendime okuyorum Ne güzelmiş okumak Kitaplarla dost olmak Her gün baharmış gibi Cümlelere sarılmak Ben okudum sen de oku Kitaplar arkadaşın olsun Öğrendiğin her masal Sana mutluluk sunsun
Dinle
Umudunu Yitirmeyen İnsan: Mitat Enç
UMUDUNU YİTİRMEYEN İNSAN MİTAT ENÇ Umudunu yitirince kendisini de yitirir insan. Bu yüzden hiçbir zaman olumsuzluğa bakıp aldanmamalı, karamsar olmamalı, dünyaya küsmemeli. Yaşı kaç olursa olsun. Memleketi neresi olursa olsun. Fırsat ve imkansızlıkları ne olursa olsun. Cinsiyeti, engeli, boyu posu ne olursa olsun farketmez. İnsan her daim hayata güzel bakmalı. Moralini bozmamalı. Kendini geliştirmeli. Allah’ın verdiği yetenekleri keşfetmeli. Kendisine ve insanlığa yararlı bir fert olmalı. Tıpkı Mitat Enç gibi... Bir sabah uyandığında, gözlerinde ağrıyla beliren kırmızı çizgiler ilk ciddi sinyali vermişti. Gerçi daha önceden de gözlerinden bazı tedaviler görmüştü. İlk olarak ders çalışmaktan, çok kitap okumaktan dolayı diye düşündü bu durumunu. Ama zaman ilerledikçe rahatsızlık anlaşıldı. Ciddiydi. Sadece kalım hukuk kitaplarını gece yarılarına kadar okuması değildi mesele. Gözlerini tedavi etmek için başladığı ziyaretler, onu Darülfünun Hukuk Fakültesinden adım adım uzaklaştırıyot, farklı bir sahile yöneltiyordu. Üç yıl süren zorlu ameliyatlarve tedaviler sonucu görme engelini kabul etti. Ancak bu kabul, onu hayatın bir köşesine itmedi. Hayata küsmemişti. İsyan etmemişti. Kendisini özel eğitime adayan Mitat Enç; azmin adıdır. Başarının, ısrarlı çabanın, topluma yararlı olmanın, insanlığa hizmetin, ülkesine bağlılığın, akademik çabanın, kurumsallaşmanın, sivil toplum niteliğinin ve özel eğitimde öncü olmanın adıdır. Zaman zaman içinde kopan fırtınaları kontrol etmiş, eğitim hayatını farklı bir alanda sürdürmeye çalışmıştı. Viyana’da eğitim aldı. Yetmedi, bulduğu bir eğitim bursuyla Amerika’ya gitti. Harvard Üniversitesinde okudu. Yetmedi, Columbia Üniversitesinde yüksek lisans yaptı. Yetmedi, Illinois Üniversitesinde doktora yaptı. Ve Gazi Üniversitesinde hoca olarak göreve başladı. Ülkemizde özel eğitim hizmetlerinin hem Milli Eğitim Bakanlığı hemde üniversite düzeyinde yürütülmesi için durmadan uğraş verdi. Moral bozucu pek çok hareket ve sözlere aldırmadı, hep mücadale etti. Engellilerden önce diğer öğrencilere eğitim verelim aldatmacalarına geçit vermedi. Bürokratik ve akademik mücadelenin yanı sıra basın yoluyla da farkındalık oluşturmaya çalıştı. Bir taraftan yazdığı ilmi kitaplar diğer taraftan da yazdığı yazılarla bir bilinç oluşturmaya çalıştı. Örgütlü bir çaba için de Altınokta Körler Eğitim ve Kaldındırma Derneğini kurdu. Çabaları elbette sonuç verdi. Çünkü hiçbir çalışma, hiçbir gayret boşa gitmezdi. 1950 yılında Cumhuriyet’imizin ilk körler okulu olan Ankara Körler Okulunu kurdu. 1952 yılında da Gazi Üniversitesi Eğitim Enstitüsünde Özel Eğitim Bölümünü kurdu. İki büyük temel atılmıştı artık. Ve bu çalışmalarının yanı sıra edebiyatımızın en nitelikli eserlerini kaleme aldı. Şehir, mekan ve insan tasvirleriyle Türkçemizin en sade ve sıcak metinlerini bize sundu. İstiklal Harbi sonrası çileli, vakur ve hayatın içindeki karakterlerin kültürünü ve tarihini resmetti. Güzel ülkemizin güzel yarınlarına Uzun Çarşının Uluları, Bitmeyen Gece ve Selamlık Sohbetleri’ni emanet ederek 1991 yılında aramızdan ayrıldı. Kendisini özel eğitime adayan Mitat Enç; azmin adıdır. Başarının, ısrarlı çabanın, topluma yararlı olmanın, insanlığa hizmetin, ülkesine bağlılığın, akademik çabanın, kurumsallaşmanın, sivil toplum niteliğinin ve özel eğitimde öncü olmanın adıdır. Güzel ülkemizde özel eğitimin gelişmesi için böylesi fedakarlıklarda bulunan Mitat Enç’e Allah’tan rahmet diliyor, minnettarlığımızı sunuyoruz.
Dinle
Su Başında Durmuşuz
SU BAŞINDA DURMUŞUZ Boş bir kâğıtla karşılaşınca aklıma hep bu dize gelir: “Su başında durmuşuz…” İnsan yemeden belli bir zaman yaşayabiliyor ama su içmeden öyle mi? Yaşamak için su gerektiği doğru ama her su da içilmez. Suyun tatlısı, tuzlusu; kirlisi, temizi; terkosu, deresi var. İçilebilecek olanı, içilmemesi gerekeni var. İlk öğretmenim okumayı suya benzetmişti. Su gibi okumanın da bir gereklilik olduğunu; bedenimizin suya, beynimizin okumaya ihtiyacı olduğunu söylemişti. Hepimizin ya evinde ya bahçesinde çiçek bulunur. Çiçeğe su vermeyince bütün güzelliğini kaybeder. Çiçekleri solar, yaprakları sararır. Adeta yalvararak su ister. İnsanın beyni için de aynı şey geçerlidir. Bilgi ile dolmadıkça, okumadıkça adeta solar, canlılığını kaybeder. Atalarımız “İşleyen demir ışıldar.” der. İşleyen beyin de güzel düşünceler üretir, bu düşünceler insanlara yardımcı olur. Suyun çeşitleri var da okumanın çeşitleri yok mu? Elbette var. Güzel bir öykü, güzel bir şiir okumak tatlı su gibidir. İçtikçe içesiniz, okudukça okuyasınız gelir. Dede Korkut destanları, Yunus Emre’nin şiirleri, uçsuz bucaksız masallar, Ömer Seyfettin hikâyeleri ve Küçük Prens… Okumaya başladığınızda kitabın bitmemesi için yalvarırsınız. Düşünce üretmek için okunan kitaplar tuzlu su gibidir: Doğrudan içilmez ancak vücut az ve sürekli ihtiyaç duyar. Düşünce kitabını her canınız sıkıldığında okuyamazsınız ancak her gerek duyduğunuzda baş ucunuzda durur. Eğitici kitaplar terkos suyu gibidir, musluktan akar: Belli bir sıralamadan geçerek bize ulaşır. Eğitimi doğada doğrudan bulamazsınız onun için okula gitmeniz gerekir. Bir de kirli su vardır. Kirli su, yabancı maddeler karıştığı için su özelliğini kaybetmiştir. Yararlı değil artık zararlıdır. Okumanın bazı türleri de buna benzer. Kirli su içildiğinde vücuda zarar verdiği gibi bu bilgileri okumak da beyne zarar verir. Haklı olarak, “Bir kitabın yararlı mı zararlı mı olduğunu nasıl bileceğiz?” diyeceksiniz. Her yaştaki insan için farklı ilaç vardır. Büyükler için üretilen ilaçlar küçük yaştakilere zarar verir. Yanlış ilaç içmemek için bir doktorun uyarısını dinleriz. Bu durum kitap için de geçerlidir. Yaşamınızda öğrenmeniz gereken bilgilerin bir sıralaması vardır. Bir kitabı okumaya başladığınızda, kitapla ilgili sorun varsa en başta anne babanız, öğretmeniniz sizi uyarır. Yaşınızın o kitap için uygun olup olmadığını söylerler. Kendi kararınızı verinceye kadar bu uyarılar size yön verir. İyi bir okur olduktan sonra ise artık kendi kararınızı verebilirsiniz. OKUMAK su başında durmak gibidir. O su sizi, bir dizi eğlenceli yolculuktan sonra okyanuslara ulaştırır. Evet, bu bilgi, kesin bir bilgidir.
Dinle
Kitaplara Fıkra Anlatan Belis
KİTAPLARA FIKRA ANLATAN BELİS Belis, taşımakta zorlandığı bir kucak dolusu kitapla evden bahçeye çıktı. Sevimli kedisi Külhan da peşi sıra geldi. Kitapları sehpanın üzerine koydu. Külhan da ani ve kıvrak bir hareketle sehpanın üzerine çıkıp kıvrıldı. Bahçedeki çiçekleri çok seviyordu Belis. Mor küpeli çiçeğiyle, kasımpatılarıyla, begonyalarla, sevimli kaktüslerle ayrı ayrı konuşur, onlarla özel olarak ilgilenirdi. Külhan ve çiçekler, Belis’in bu kalın ve ağır kitaplarla ne yapacağını merak ediyorlardı. Çünkü seviyesine uygun kitaplar olmadığı belliydi. Belis, sandalyeye oturdu, sehpanın üzerindeki kalın kitaplara eğilerek onlara bir şeyler anlatmaya başladı. Kitaplar hiçbir tepki vermeden bütün ciddiyetleriyle anlatılanları dinlediler. Külhan ise dinlediği şeylerin ne kadar hoşuna gittiğini göstermek için keyifle kuyruğunu sallayıp durdu. Bir süre sonra Belis’in babası Hasan Bey geldi yanlarına. Kitaplarını görünce şaşkınlıkla, “Ben de bu kitapları arıyordum, güzel kızım, bu kitaplar senin için biraz ağır değil mi, nasıl okuyacaksın bunları?” dedi. “Ben bu kitapları okumuyorum ki babacığım.” diye cevap verdi Belis. “Okumuyor musun, o hâlde bu kitaplarla ne yapıyorsun?” “Onlara fıkra anlatıyorum!..” Babası Belis’in şaka yaptığını düşündü. “Fıkra mı, ne fıkrası?” “Ne fıkrası olacak, tabii ki Nasreddin Hoca fıkrası.” “Şimdi daha çok merak ettim, hangi fıkrasını anlattın Nasreddin Hoca’nın, bana da anlatır mısın?” Belis, kitaplara anlattığı fıkranın bir tanesini babasına da anlattı. Fıkranın sonunda babası Hasan Bey çok güldü. “İlahi Nasrettin Hoca, sen çok yaşa e mi?” diyerek gülmesine devam etti. Hasan Bey, önce Belis’e ardından sehpanın üzerinde duran ekonomi ve savaş tarihini anlatan kitaplarına baktı. Külhan’la göz göze geldi. Külhan’ın gözlerinin içi gülüyordu. Şaşkın bir hâlde sordu Hasan Bey: “Peki, kızım merakımdan soruyorum, niçin başka kitaplar değil de bu kitaplara anlatıyordun?” Belis: “Babacığım, bu kitapların benim kitaplarım kadar eğlenceli olmadığını ama onların da eğlenmeye haklarının olduğunu düşündüm ve onları biraz eğlendirmek istedim.” “A benim düşünceli kızım, ne iyi ettin kitaplarıma fıkra anlatmakla, bak ben bile eğlendim.” Hasan Bey, kızını kitaplarla baş başa bırakıp yanlarından ayrıldığında, çiçekler etrafa güzel kokularını yayıyor, Belis fıkra anlatmaya devam ediyor, Külhan ise sevinçten sehpanın üzerinde oynayıp duruyordu.
Dinle
Biricik Soru Binbir Cevap
BIRICIK SORU BINBIR CEVAP “Sevgili Ethem ağabey, siz çok güzel öyküler kaleme alan bir yazarsınız. Yazdıklarınızın bir çok yerinde o güzel çocukluğunuz var. Bizlere “okumak” kelimesi üzerinden, o en güzel ülke olan çocukluğunuza dair neler söylemek istersiniz?” Okumak, karanlık bir ormanda ışığı yanan bir kulübeye rastlamaktır. Sessizliğin sona ereceği, sizi sıcak bir sohbetin, lezzetli bir sofranın beklediği güvenli bir kulübe… Kimsenin okuma yazma bilmediği evimizde kitap da yoktu tabii; okul kitapları dışında kitaba verecek paramız da. İlkokul arkadaşımdan alıp okuduğum, ona da ağabeyinden kalma, kapaksız ve ilk sayfaları olmayan bir kitapla başladı serüvenim. Heidi adlı bir kızın hikâyesiydi anlatılan. Sahip olduğum ilk kitap ise, güvercinlerime musallat olan kediyi kovalıyorken girdiğim komşu evlerden birinin çatı arasındaki bir meyve kasasında görünce el koyduğum, Oğuz Özdeş’in Liseli Bir Kız Sevdim adlı kitabıydı. Sonra Pal Sokağı Çocukları, Robinson Cruseo, Kemalettin Tuğcu, Jules Verne kitapları… Ve sonra ortaokul birinci sınıf ve Türkçe öğretmenimizin verdiği ödev: Birinci dönem sonuna kadar herkes bir roman okuyup özetini çıkaracak. Halk Kütüphanesine üye oluyorum; oradaki asık suratlı görevliden çekine çekine iki günde bir oraya gidiyor, camlı dolaplardan kitap seçmeye çalışıyorum. Dönem sonunda yirmi romanın özeti hazır. İkinci dönem yirmi beş roman. Neler yok ki aralarında. Yaşar Kemal’in, Orhan Kemal’in romanlarında yaşayan insanlar bana yabancı gelmiyor, benim dünyamda da yaşıyor onlar. Ben de roman yazmak istiyorum. Önceden olduğu gibi ayakkabı boyacılığı veya “Buz gibi soğuk su içen!” diye bağırarak suculuk yapmıyorum o yaz; daha çok para kazanabileceğim tuğla ocağına gidiyorum. Çünkü artık kendi kitaplarım olmalı. İki kitapçı var şehirde. Vitrinlerindeki bütün (hepi topu üç beş tane, birkaç ayda bir yenileriyle yer değiştiren) kitapları almak istiyorum. Elime hangi kitap geçerse onu okuyorum; kiminin adı, kiminin kapağı ilgimi çekiyor. Beğendiğim bir yazarın, kütüphaneden bulabildiğim bütün kitaplarını okumak istiyorum. Kimi dönem aşk romanları öne geçiyor, kimi dönem de tarihsel romanlar. Annemin, “Bir sürü kitabın var ya, yine niye harçlığını kitaba yatırdın?” sözünü, ninemin, “Paranla kuru üzüm alıp da yesene, kemiklerin sayılıyor,” diye sürdürdüğü o yıllarda; dedemin kim bilir neye kızıp da kestikten sonra bahçenin bir köşesine attığı kavak kütüğünü babamla el arabasına yükleyip marangoza götürerek, çıkan tahtalarla üç raflı küçücük bir kitaplık yapmayı başarıyorum. Babam nereden duymuşsa, “Çalıkuşu’nu okudun mu?” diyor. Böylece Reşat Nuri’yle tanışıyorum ve ardından TÜRK KLASİKLERİYLE… Türkçe öğretmenimiz bir gün sınıfa, üst sınıftan bir kızı getiriyor. Kızın elinde kocaman bir kitap: Sefiller. O kocaman kitabı okumuş, bize anlatıyor, bir de yoksul bir annenin, kızı için saçlarını kestirdiği sahneyi okuyor. Kitabın adı bile çarpıyor beni. Artık roman ve öykü yazıyorum. Hatta bir çizgi roman hazırlıyorum. (Ressam olmayı da çok istiyorum çünkü.) Ortaokulda Akdeniz Bölgesi’ne okul gezisine gidiyoruz. İskenderun’da dolaşırken bir kitabevine rastlıyorum ve hiçbir yerde bulamadığım Sefiller’in kocaman iki cildine kavuşuyorum bütün harçlığımı vererek. Klasikleri yoğun olarak okuma sürecim böyle başlıyor. Lisenin kütüphanesinde Tarık Buğra’nın Hikâyeler’ini bulup okuyunca, o güne dek Ömer Seyfettin’den ve çeşitli dergilerden okuduğum öykülerden farklı bir dille, üslupla karşılaşmanın heyecanını yaşıyorum ve öyküler yazmaya çalışan biri olarak da öykücüleri tanımadığımı, bu konuda ne kadar donanımsız olduğumu anlıyorum. Sait Faik’le (oysa ortaokul Türkçe kitabımızda onun bir öyküsünü okumuştuk) tanışıyorum böylelikle. Durmadan, yemeden içmeden Sait Faik okumak istiyorum. Şehirdeki kitapçılardan ve kütüphanelerden öykü kitapları devşirmeye başlıyorum. Sevinç Çokum’la, Sabahattin Âli’yle tanışıyorum Bir gün kitapçının değişen vitrininde Selim İleri’nin (dergilerden adını duyduğum ama hiçbir kitabını görmediğim bir yazar) Her Gece Bodrum ve Bir Denizin Eteklerinde’sini görüyorum. Öyle güzel kapakları var ki, hangisini alacağımı bilemiyorum; ikisine birden param yetmiyor. Ve günler geçiyor. Ankara’da üniversite ve ardından memuriyet. Ne çok kitapla tanıştım çocukluğumdan bugüne; ne çok okudum ne çok yazdım. Çocukluğum bir cennetti her okuma için. Kitapları, gökyüzünü, yeryüzünü… Bilmiyorum o günlerde okumasam, “Bu kadar kitabı ben mi yazdım?” der miydim?
Dinle
Şu acayip Hayvanlar
ŞU ACAYİP HAYVANLAR Müzik başlasın! Bu virüs ne zaman gidecek acaba? Dünyayı kurtarmaya geliyorum. Maskesiz çıkmam abi! Hareket etme, çekiyorum. Canlı derslere devam... Okumak özgürlüktür. Kışın tadı da başka...
Dinle
Eğlence Zamanı
Bil Bakalım Uzaktan baktım kara taş Yanına gittim dört ayak bir baş. - Cevap: Kaplumbağa İkiz kardeş Birbirini kovalar. -Cevap: Ayakkabı Yazın giyinir, Kışın soyunur. -Cevap: Ağaç Ağzı var, konuşmayı bilmez, Yatağı var, uyumayı bilmez. -Cevap: Irmak Sarıdır mis gibi kokar, Sıkarsan suyu çıkar. -Cevap: Limon Kıtır kıtır yenir, gözleri güçlendirir. Yer altındaki turuncu hazinedir. -Cevap: Havuç Kolaysa Söyle - Bir berber bir berbere, bre birader, “Gel beraber bir berber dükkânı açalım.” demiş. -Al şu takatukaları takatukacıya götür. Takatukacı takatukaları takatukalamazsa geri getir. - Bu çorbayı nanelemeli mi de yemeli, nanelememeli de mi yemeli? Tekerleme Az gittim uz gittim. Dere tepe düz gittim. Çayır çimen geçerek, Lale sümbül biçerek, Soğuk sular içerek, Altı ayla bir güzde, Bir arpa boyu yol gittim. KAVUK Günlerden bir gün adamın biri Nasrettin Hoca’nın yanına gelir. Elindeki mektubu Hoca’ya uzatarak, - Hocam, sana zahmet olacak ama şu mektubu okuyabilir misin, diye sorar. Hoca mektubu alır, bir iki evirir çevirir bakar ki farklı bir dilde yazılmış. Çaresiz geri verir: - Ben bu mektubu okuyamam. Sen götür başka birine okut, der. Adam Hoca’nın okumak istemediğini zannederek çıkışır: - Ayıp Hoca ayıp! Şu başındaki koca kavuktan da mı utanmıyorsun, der. Bunun üzerine Hoca başındaki kavuğu çıkararak adama uzatır. - Madem ki marifet kavuktadır, al kavuğu da mektubunu kendin oku, der. NE ZAMAN AT DERLER? Nilay okuldan gelince annesi ona okulda neler öğrendiğini sorar. Nilay: - Hiç bir şey, diye cevap verir. Annesi nedenini sorduğunda: - Öğretmenimiz bize bugün atlardan söz etti. Atın yavrusuna tay, dişisine aygır, erkeğine de kısrak denir dedi, diye cevap verir. Annesi, - Peki kızım, bunun nesini anlamadın, diye sorunca, - Peki anneciğim, ata ne zaman at diyorlar, der. YÜZ LİRAM OLACAKTI Kadının biri parkta yürürken ağlayan bir çocuğa rastlar. Yanına yaklaşıp sorar: - Neden ağlıyorsun yavrum? Çocuk; - Elli liramı kaybettim, o yüzden ağlıyorum, diye cevap verir. Çocuğun durumuna üzülen kadın cüzdanından elli lira çıkararak çocuğa uzatır. Ancak çocuk daha fazla ağlamaya başlar. Kadın; - Bu kez neden ağlıyorsun, diye sorunca çocuk şöyle cevaplar: - 50 liramı kaybetmeseydim şimdi 100 liram olacaktı... ZATEN İNECEKTİM Nasrettin Hoca bir gün eşeğine binmiş dört nala ilerlerken hayvanın ayağı tökezlemiş. Ne olduğunu anlamayan Hoca kendini bir anda yerde bulmuş. Bunu gören mahallenin çocukları Hoca’nın etrafını sarmış. Hep bir ağızdan, - Hoca eşekten düştü, Hoca eşekten düştü diye bağrışıp gülüşmeye başlamış. Hoca yerden kalkıp üstünü başını silkelemiş. Sonra da çocuklara dönerek; - Neden gülüyorsunuz? Ben zaten inecektim, demiş.
Dinle
Bilgin Dede: Deprem
BİLGİN DEDE DEPREM Merhaba sevgili çocuklar, Sizleri çoook özledim. Biliyorum ki sizler de Bilgin Dede’nizi özlemişsinizdir. Bugün sizlere önemli bir şey anlatacağım. Bildiğiniz gibi ülkemiz, depremlerin sıkça yaşandığı bir bölgede yer almakta. Bu nedenle DEPREMlere karşı her zaman hazırlıklı olmalıyız. Yaşam alanlarımızı depreme karşı dayanıklı ve hazır hâle getirmeliyiz. Böylece depremlerden korkmamıza gerek kalmaz. Peki, sizler depremin ne olduğunu biliyor musunuz? Yer kabuğu içindeki kırılmalar nedeniyle ani olarak ortaya çıkan titreşimlerin dalgalar hâlinde yayılarak geçtikleri ortamları ve yer yüzeyini sarsma olayına “DEPREM” denir. Deprem, kısaca yer sarsıntısı demektir. Deprem anında neler yapmamız gerektiğini merak ediyorsunuz değil mi? Hemen anlatayım, şimdi gözünüzü dört açın ve beni iyi dinleyin! Deprem anında kapalı alanlarda nelere dikkat etmeliyiz? Sevgili çocuklar, deprem anında sakin olmaya çalışmalısınız. Sabitlenmemiş dolap, raf, pencere vb. eşyalardan uzak durmalısınız. Varsa sağlam sandalyelerle desteklenmiş masa altına veya dolgun ve hacimli koltuk, kanepe, içi dolu sandık gibi koruma sağlayabilecek eşya yanına çömelerek hayat üçgeni oluşturmalısınız. Başınızı iki el arasına alarak veya bir koruyucu (yastık, kitap vb.) malzeme ile korumalısınız. Sarsıntı geçene kadar bu pozisyonda beklemelisiniz. ÇÖK KAPAN TUTUN UNUTMA Güvenli bir yer bulup diz üstü ÇÖK. Başını ve enseni koruyacak şekilde KAPAN. Düşmemek için sabit bir yere TUTUN. Merdivenlere ya da çıkışlara doğru KOŞMA. Deprem anında kapalı alanlardayken balkonlara çıkmamalı ve bulunduğunuz yeri terk ederken kesinlikle asansör kullanmamalısınız. Kibrit, çakmak yakmamalı, elektrik direklerine dokunmamalısınız. Ayrıca telefonları acil durum ve yangınları bildirmek dışında kullanmamalısınız. UNUTMA Deprem anında kapalı alanlarda tekerlekli sandalyedeysen, tekerlekleri kilitleyerek başını ve boynunu korumaya AL. Deprem anında; okulda sınıftayken sağlam sıra, masa altlarında veya yanında; koridordayken de duvarın yanında hayat üçgeni oluşturacak şekilde ÇÖK-KAPAN-TUTUN hareketi ile başınızı ve boynunuzu korumalısınız. Ayrıca pencerelerden ve camdan yapılmış eşyalardan uzak durmalısınız. “Peki, depremden hemen sonra ne yapmalıyız?” dediğinizi duyar gibiyim! Sarsıntı geçtikten sonra daha önceden hazırladığınız afet ve acil durum çantanızı hızlı bir şekilde yanınıza almalısınız. Başınızı koruyarak ve diğer güvenlik önlemlerini alarak binayı daha önce ailenizle tespit ettiğiniz yoldan derhal terk edip toplanma bölgesine gitmelisiniz. Deprem anında açık alanlarda neler yapmalısınız? Hemen anlatıyorum: Deprem anında açık alanlarda enerji hatları ve direklerinden, ağaçlardan, diğer binalardan ve duvar diplerinden uzaklaşmalısınız. Açık arazide çömelerek etraftan gelebilecek tehlikelere karşı hazırlıklı olmalısınız. Toprak kayması tehlikesi olabilecek, taş veya kaya düşebilecek yamaç altlarında bulunmamalısınız. Böyle bir ortamda bulunuyorsanız hızla güvenli bir ortama geçmelisiniz. Binalardan düşebilecek baca, cam kırıkları ve sıvalara karşı tedbirli olmayı UNUTMA. Ayrıca toprak altındaki kanalizasyon, elektrik ve gaz hatlarından gelecek tehlikelere karşı dikkatli olun. Eğer deniz kıyısındaysanız hızla kıyıdan uzaklaşın. Sevgili çocuklar, Deprem anında ve sonrasında size söylediğim şeyleri asla unutmayın. Ayrıca okullarınızda gerçekleştirilen deprem tatbikatlarına katılmaya özen gösterin. HOŞÇA KALIN…
Dinle
Etkinlik Zamanı
Etkinlik Zamanı Görev Çarkı Yapıyoruz Neler Gerekli? Karton veya mukavva, keçeli/tahta kalemi, çivi, kullanılmayan kapı anahtarı, makas. Karton veya mukavvayı daire şeklinde keselim. Evde günlük yapılması gereken görevleri ailemizle görüşerek belirleyelim(sofranın kurulmasına yardım etmek, balıkları beslemek vb.) Kestiğimiz daireyi görev sayısı kadar eşit parçalara çizerek bölelim. Her bir dairenin parçasının içine birer görev yazalım. Dairenin ortasını çivi yardımıyla delelim. Çivinin ucunu anahtarın deliğinden geçirerek daireyi döner çark oluşturacak biçimde yerleştirelim. İşte görev çarkımız hazır. Ailemizle birlikte çarkı çevirerek sırasıyla görevleri yerine getirelim. Çamur Nasıl Oluşur? Neler Gerekli? 1 su bardağı nişasta, yarım su bardağı su, 3 çorba kaşığı kakao. Derin bir kaba, nişastayı ve kakaoyu dökelim. Döktüğümüz malzemeleri elimizle karıştıralım. Karışımın üzerine suyu dökelim ve karıştıralım. İşte çamurumuz hazır. Kakao ve suyun karışmasında olduğu gibi toprak ve suyun birleşmesiyle de çamur oluşur. Rakam Yakalamaca Neler Gerekli? A4 kağıtları, kalem, ip. A4 kağıtlarına birer rakam yazalım. Rakamları yazdığımız A4 kağıtları ip yardımı ile sırtımıza asalım. Ailemizle birlikte ikişerli gruplara ayrılalım. Karşımızdaki kişinin sırtındaki rakamı yakalamaya çalışalım. Rakamları yakalamaya çalışırken sırtımızdaki rakamı da yakalatmamaya dikkat edelim. Kalp Nasıl Kan Pompalar? Neler Gerekli? Dörtte üçü su dolu küçük bir kavanoz, 1 balon, 2 pipet, makas. Kalbimizin kanı nasıl pompaladığını gösteren bir model hazırlayalım. Balonun ağız bölümünü keselim. Balonu su dolu kavanozun ağzına geçirerek gergin durmasını sağlayalım. Balonun üzerine makasla iki küçük delik açalım. Deliklerden pipetleri geçirelim. Pipetlerin kenarlarından hava kaçmadığından emin olalım. Parmaklarımızla balonu kavanozun içine doğru bastıralım ve sonra parmaklarımızı çekelim. Neler olduğunu gözlemleyelim. Zil Yapıyoruz Neler Gerekli? Kalın karton, boya, fırça, gazoz kapağı, makas, yapıştırıcı, kalem. 10 cm uzunluğunda ve 5 cm kalınlığında bir parça karton keselim. Kartonun her iki ucunu keserek yuvarlayalım. Sulu ve guaj boya kullanarak kartonun üzerine boyayalım. Kartonun üzerine ağız, göz, burun vs. çizerek ya da krapon kağıtları ile süsleyelim. Boyadığımız kartonu ortadan ikiye katlayalım. İç kısımdan her iki uca birer adet olacak şekilde gazoz kapaklarını yapıştıralım. Zilimizi açıp kapatarak ritim tutalım. Suda Açan Yıldızlar Neler Gerekli? Kürdan, boya, emini düz kap, su. Elimize birkaç tane kürdan alalım. Kürdanları istediğimiz renkle boyayalım. Boyadığımız kürdanları ortadan ikiye katlayalım. Katladığımız kürdanları, katlı kısımları uç uca gelecek şekilde bir kaba yerleştirelim. Oluşturduğumuz şeklin tam ortasına bir miktar su damlatalım. Yıldızların suda nasıl açıldığını gözlemleyelim.
Dinle
Renklerin Dünyası
RENKLERİN DÜNYASI Merhaba sevgili arkadaşlar, Beni hatırladınız değil mi? İlk sayımızda sizlere rengarenk tüylerimden ve bu renklerin nasıl oluştuğundan söz etmiştim. Doğada aslında sarı, kırmızı ve mavi olmak üzere sadece üç tane ana rengin bulunduğunu, diğer renklerin ise bunların karışımıyla oluştuğunu hep birlikte görmüştük. Böylesine rengarenk tüylerim olduğu için kendimi çok şanslı hissediyorum. Çünkü tüylerim hem beni soğuktan ve sıcaktan koruyor hem de estetik görünmemi sağlıyor. Böylesi güzel tüylere sahip olduğum için ne kadar şükretsem azdır. Renkli tüylerim ve ondan çok daha fazla rengin bulunduğu dünyamızı gerçekten çok seviyorum. Başımı kaldırdığımda gördüğüm masmavi gökyüzü, üzerinde gezindiğim yemyeşil çimenler, altın sarısı rengi ile güneş beni büyülüyor. Peki ya renkler olmasaydı… Dünyamız yine bu kadar güzel görünür müydü? Gökyüzüne baktığımızda hayaller kurup güzel umutlar besleyebilir miydik? Etrafında gezindiğimiz, gölgesinde serinlediğimiz ağaçlar bize huzur verir miydi yine de? Renklerin olmadığı, kapkaranlık bir dünya nasıl olurdu acaba? Doğrusu görmeyi hiç istemem. Renklere olan düşkünlüğümü artık iyice anladınız sanırım. O zaman gecelerden de fazla hoşlanmadığımı tahmin etmişsinizdir. Çünkü geceleri ışık olmadığı için her yer karanlık ve renksiz oluyor. Allah’tan ay ve yıldızlar dünyamızı biraz olsun aydınlatıyor da rahatlıyorum. Renkleri görebilmek için sağlıklı bir gözün yanında her şeyden önce ışık gerekiyor arkadaşlar. Bu yüzden geceleri renkleri gündüz olduğu kadar çeşitli göremiyoruz. Varlıkları renkleriyle tanıyor, renkleriyle seviyoruz değil mi? Yaprak deyince yeşil, kiraz deyince kırmızı, limon deyince sarı geliyor aklımıza. Peki, bu varlıkların hepsi aynı renkte mi dersiniz? Yani her yaprağın rengi aynı yeşil mi? Tüm kirazlar aynı kırmızılıkta mı oluyor? Değil elbette. Her biri farklı renklerde, farklı tonlarda ve farklı güzelliklerde… Bir rengin farklı tonlarını oluşturmaya ne dersiniz? Haydi o zaman sulu boyalarınızı hazırlayın. Bu renkleri kullanarak bir renk çemberi oluşturalım. • Öncelikle 1 numaralı bölümleri sarıya, 2 numaralı bölümleri kırmızıya, 3 numaralı bölümleri de maviye boyayarak işe başlayalım. • 4 numaralı bölümleri eşit miktarda önce sarı, sonra kırmızı ile boyayalım. • Aynı şekilde 5 numaralı bölümleri mavi ve kırmızı; 6 numaralı bölümleri de sarı ve mavi ile boyalım. • 7 numaralı bölümü önce çok az sarı ile, ardından kırmızı ile boyayalım. • 8 numaralı bölümü de yine önce sarı, sonra kırmızı ile boyayalım. Ancak bu kez ilk kullandığımız rengi biraz daha koyu yapalım. • Az önce yaptığımız boyamanın benzerini 9 ve 10 numaralı bölümlere kırmızı ve mavi; 11 ve 12 numaralı bölümlere mavi ve sarı boyalarımızla yapalım. İşte renk çemberimiz hazır. Siz de resimlerinizi farklı tonlardaki renklerde boyayabilir, birbirinden güzel resimlerinizle odanızı süsleyebilirsiniz. Şimdilik benden bu kadar. Sonraki görüşmemize kadar sevgiyle kalın. Hayatınız hep renkli olsun.
Dinle
Mis Kokulu Kitaplar
Mis Kokulu Kitaplar Çocukluğumda, okuduğum kitapların kahramanları gibi hayal ederdim kendimi. Bu hayal beni kitabın içine çekerdi. Kitabın mis kokusu birden etrafı sarar, beni alıp götürürdü masal dağlarına. Kitaplarla kurduğum bu bağ artarak devam etti ve büyüdükçe şu sorunun cevabını aramaya başladım: “İlk kitaplar nasıl yapılırmış?” Bu sorunun cevabını öğrenmek için çok emek verdim. Öğrendiklerimin bir kısmını seninle de paylaşmak istiyorum. Çok eskilerde daha kâğıt bile icat edilmeden önce, insanlar taşlara, ağaç kabuklarına ya da deri parçalarına yazarlarmış mektuplarını, masallarını, ninnilerini. Daha sonra M.S. 105 yılında yani iki bin yıl önce Çin’de kâğıt icat edilmiş. Bundan sonra yazı yazmak kolaylaşmış çünkü artık kâğıt varmış. Peki kâğıt yapmak o kadar kolay mıymış? İlk kâğıtlar şöyle yapılırmış. Koca koca kazanlardaki suya bitkileri atar kaynatırlarmış. Bitkiler haşlandıkça iyice yumuşarmış. Daha sonra yumuşayan bitkileri taşlarla ezip hamur hâline getirirlermiş. Sonra da bu hamurları üzerine ağırlık koyup düzleştirir, kurumaya bırakırlarmış. Kuruyunca da kâğıt olurmuş. Ha kâğıt deyince öyle bugünkü gibi incecik bir sayfa gelmesin aklına. Epey kalınmış bu kâğıtlar. Ben diyeyim çift kaşarlı tost, sen de hamburger kadar kalınmış. Sonra bu kâğıtları üst üste koyar, kenarlarından birbirine tutturur ve üstüne bir de deri ya da ahşaptan kapak yaparlarmış. İşte sana kitap! Zor değil mi? Bu kadar zor işlemlerle neden uğraşmış ki insanlar? Hem de yalnızca bir kitabı, belki de yalnızca beş-on kişinin okuyacağı bir kitabı yapabilmek için. Hemen söyleyeyim. Ta Hz. Âdem atamızdan beri insanlar için en kıymetli şey bilgi imiş çünkü. Bu bilginin kaybolmaması için girmişler onca zahmete. Şimdi sözü bir arkadaşıma veriyorum. Onun da sana anlatacakları var: Ben Nasıl Kitap Oldum? “Merhaba! Bir çocuk kitabıyım ben. Hem de çok şanslı bir çocuk kitabı. Neden mi şanslıyım? Bir çocuk kütüphanesinde yaşıyorum çünkü. Her gün bir sürü çocuk geliyor, beni ellerine alınca sayfalarımın arasında başka dünyalarda gezintiye çıkıyor. Sayfalarımda harika resimlerin eşlik ettiği sürükleyici hikâyeler yer alıyor. Kahramanlarım Kafdağı’nı aşıyor, buz gibi derelerden kana kana su içiyor, bugüne kadar hiç mi hiç görülmemiş kuşların kanadında uçuyor. Yazarım heyecanla yazdı beni. Sonra ressamla konuştu. Ressam öyle güzel resimler çizdi ki bana, görmelisin. Sıra bir kitap olmama gelmişti. Nohut renginde kaymak gibi bir kâğıt seçtiler. Zamanın en güzel kâğıdı. Kelimelerimi ve resimlerimi özenle yerleştirdiler kâğıtlara. Sonra kâğıdı birkaç kere katladılar ve deste hâline getirdiler. Desteyi katladıkları yerden iğne ve iplikle diktiler. Böylece sırtım oluştu. Daha sağlam olabilmem için bir de güzel kumaş giydirdiler sırtıma. Sayfalarımın düzeni bozulmasın, sıkı sıkı bir arada dursun diye sırtımın en alt ve en üst kısmından ipliklerle de ördüler. Son olarak uygun ölçülerde bir karton ile kapağımı hazırlayıp taktılar. Kapağımın üzerini de öyle güzel süslediler ki! Hazırdım artık. Bir kitap olmuştum. Tüm çocukların arkadaş olmak isteyeceği bir kitap. Mini sözlük Kitap yapımıyla ve kitap yapan kişilerle ilgili kelimeler Çizer/Resimleyen: Kitabın resimlerini yapan kişi. Durak: Kitabın sırtı dikilirken iplik geçişlerinin olduğu yer. Forma: İkiye katlanmış kâğıtların iç içe geçirilmiş hâli. Mücellit: Kitabın cildini yapan kişi. Restoratör: Hasar görmüş kitapları onaran kişi. Sırt: Kitabın ya da defterin katlama yeri. Sırt Bezi: Dikiş sonrası sağlamlaştırmak için kitabın sırtına yapıştırılan bez. Şifahane: Aslında eskilerde hastane anlamında kullanılsa da, kitapların onarıldığı yerlere de verilen ad. Şiraze: Kitabın sırt bezi yapıştırıldıktan sonra düzeninin bozulmaması için üstten ve alttan örülerek yapılan kısım. Varak: Kitap yaparken ikiye katlanmış kâğıtlar. Yazar: Kitabı yazan kişi. Buna “müellif” de denir.
Dinle
Türk İşaret Dili
TÜRK İŞARET DİLİ İşaret dili işitme engelli bireylerin günlük yaşamlarında birbirleri ile iletişim kurmak ve sözlü iletişimin amaçlarını karşılamak için kullandıkları görsel bir dildir. İşaret dilinin kuralları ve yapısı vardır. Bilinçli olarak geniş bir anlam dağarcığını karşılamak için kullanılırlar. Dünyada kullanılan işaret dilleri benzer bazı dilsel özellikler gösterirler. Hem diğer işaret dillerinden hem de ait oldukları toplumun sözel dillerinden bağımsız, kendine ait gramer özelliklerine sahip farklı dillerdir. Dünyadaki bütün ülkelerde sağır toplulukların ayrı işaret dilleri vardır. Örneğin Türk İşaret Dili, Amerikan İşaret dili, Alman İşaret Dili vb. İşaret dillerindeki işaretlerin beş esas bileşeni vardır. Bu esaslar şunlardır: • El şekli; işaret yapılırken elin aldığı şekildir. Örneğin düz el, pençe el, V el vb. • El konumu; işaretin işaret alanı içinde nerede yapıldığıdır. Ör. alın, omuz, yüz, gövde vb. • El hareketi; işaret yapılırken elin hareket biçimidir. Ör. iki yana hareket, yukarıdan aşağıya, dairesel hareket vb. • El yönelimi; işaret yapılırken elin vücuda göre aldığı durumdur. Ör. Avuç içi yukarı-aşağı-gövdeye doğru vb. • El dışı işaretler; yüz, baş, göz, kaş, ağız, dil, gövde hareketleri vb. Bu bileşenlerin hepsi işaretlerin anlamlarını ayırt etmekte ve değiştirmektedir. El dışı işaretler sözcüklerin anlamlarını ayırt edebilmekle beraber, yalın (sade), bileşik, olumlu, olumsuz, soru, ünlem gibi cümle türlerini ve öfkeli, sakin, kızgın, düşünceli gibi duygu durumlarını belirleme görevi de yaparlar. PARMAK ALFABESİ ÖĞRENİYORUM Türk işaret dilinde Türkçe’deki her harfin karşılığı bir işaret vardır. Buna parmak alfabesi denir. Parmak alfabesi özel isimlerde ve işaretini bilmediğimiz kelimelerde kullanılır. Haydi! Şimdi parmak alfabesini inceleyelim. Artık parmak alfabesini öğrendiniz. Şimdi siz de parmaklarınızı kullanarak isminizi söyleyebilirsiniz.
Dinle
Zeynep’in Doğa Güncesi: Kardelen
ZEYNEPİN DOĞA GÜNCESİ KARDELEN Eylül bitmiş, ekim esip geçmiş, kasım su gibi akıp gitmiş ve nihayetinde kış gelmişti. Zeynep aralık ayı boyunca karın yağmasını beklemişti ama nafile. Ocak ortasına geldiklerinde, Zeynep artık kar göremeyeceğini düşünmeye başlamıştı. Gökyüzü ne zaman bulutlansa, hava ne zaman buz kesse Zeynep babasına koşup, “Sence bugün kar yağar mı?” diye soruyordu. “Sanmam.” diyordu babası da “Ama dağlara kesin yağıyordur.” Yine gri bir ocak sabahında babası ve annesi Zeynep’i erkenden uyandırdı, “Gidiyoruz!” dedi annesi coşkuyla. “Nereye?” diye sordu Zeynep. “Dağlara, karlara ve aç kalmış hayvanlara yardıma...” diye açıkladı babası. Böylece karavanı hazırladılar ve karşılarında yükselen Kaz Dağları’na doğru yola koyuldular. Dağ yolunda ilerledikleri sırada “Hayvanlara nasıl yardım edeceğiz?” diye sordu Zeynep. “Ben ve doğa koruma ekipleri, yabani hayvanların sık bulundukları alanlara yiyecek bırakacağız.” diye cevap verdi babası. “Ama sen hep, yabani hayvanları beslemek doğru değildir, derdin.” dedi Zeynep şaşkınlıkla. “Evet, yabani hayvanları beslemek doğru değil ancak zorlu kış şartlarında insan yerleşimleri ile yabani hayvan yerleşimleri birbirine yakınsa, yemleme çalışması yapılmak zorundadır. Her iki tarafın da güvenliği için bu şarttır.” diye açıkladı babası. “O zaman biz annemle lahanaları bırakalım!” dedi Zeynep. Babası iç çekti, “Siz ne yazık ki benimle gelemiyorsunuz.” dedi, “Yemleme çalışması hassas bir iş!” Zeynep tam suratını astığı sırada, “Üzülme, biz seninle kardan daha beyaz şeyler bulmaya gideceğiz.” dedi annesi. Zeynep meraklanmıştı, kardan daha beyaz ne bulabilirlerdi ki? Yoksa bitki ressamı annesi, boyalarından mı bahsediyordu? Kısa süre sonra karavan durdu. Babası doğa koruma ekipleri ile giderken, Zeynep ve annesi bembeyaz karlarla kaplı bir alanda keşfe çıktılar. Biraz kartopu oynadılar, küçücük bir kardan adam yaptılar ve kardan daha beyaz bir şeyler aradılar. Zeynep ilkin bulutları işaret etti, sonra annesinin bembeyaz atkısını, kendi beyaz kar botlarını, hatta göz aklarını ve hatta dişlerini… Ancak tüm bu saydıkları ışıl ışıl parlayan karla kıyaslandığında kesinlikle daha beyaz sayılmazdı. Biraz arayıştan sonra Zeynep, “Kardan daha beyaz bir şey yok ki!” diye şikâyet etti. Annesi gülümsedi. Karavandan resim defterini alıp geniş karlı alandaki iri kayalara doğru yürüdü. Zeynep hemen annesinin peşinden gitti. Büyükçe bir kayalığın yanına geldiklerindeyse Zeynep’in gözleri şaşkınlıkla açıldı. Orada, tam kayalığın dibinde, karı yarıp geçen yeşil saplı bembeyaz çiçekler vardı. “Süt gibi bembeyazlar!” dedi Zeynep coşkuyla. “Evet, onlara süt çiçekleri denir.” dedi annesi. “Karı delip nasıl da çıkmışlar!” diye cıvıldadı Zeynep. “Evet, bu yüzden bazıları da onlara, KARDELEN, der.” dedi annesi. “Gerçekten de kardan daha beyaz görünüyorlar!” diye bağırdı Zeynep. Annesi kardelenlerin resmini yaparken Zeynep de babasının bıraktığı kocaman lahanayı hemen yanı başındaki bir kızılçamın dibine yerleştirdi. “Geyikler, karacalar, uykucu ayılar, ceylanlar ve burada her kim yaşıyorsa!” diye seslendi boşluğa, “Size lahana bıraktık, sakın kardelenleri yemeyin!...” Galanthus Bilimsel adı Galanthus olan kardelenler, halk arasında garipçe, boynueğri, süt çiçeği gibi adlarla bilinir. Ülkemizde üçü endemik olmak üzere on dört kadar türü yaşar. Bu türlerden Kazdağı kardeleninin nesli tükenme tehlikesi ile karşı karşıyadır.
Dinle
Beşkardeşler Macera Peşinde
BEŞ KARDEŞLER MACERA PEŞİNDE “Pamuk gibi tüyleri, Havucu kemirir dişleri, Kulakları duyar sesleri, Hızla tırmanır tepeyi.” Anne Tonton ve baba Hamarat çok sevinçliydi. Çünkü Beşkardeşler dünyaya gelmişti ve ailenin ilk çocuğuydular. Beşizlerden ilkine Ahenk, ikincisine Yumurcak, üçüncüsüne Çiftegüzel, dördüncüsüne Tombul ve beşincisine Meraklı adını verdi ailesi. Onlara beşkardeşler dendi. Anne Tonton, her gün beşer dakika çocuklarını emzirirdi. Beşkardeşler dünyaya geldiklerinde tüyleri yoktu ve gözleri kapalıydı. Dördüncü günden itibaren vücutlarını bembeyaz tüyler kapladı. Ahenk ile Çiftegüzel’in 9. günde ve Tombul ile Meraklı’nınsa 11. günde gözleri açıldı. Yumurcak’ın aradan günler geçmesine rağmen gözleri açılmadı. Tonton ile Hamarat, Yumurcak’ı veterinere götürdü ve Yumurcak’ın görme özelliğinin yeterince gelişmediği anlaşıldı. Beşkardeşler yirmi beşinci günde dışarı çıktılar. Tavşangiller ailesine mensuptular. Gündüzleri uyur, geceleri avlanmak için dolaşırlardı. Gözleri keskindi ve çok hızlı koşarlardı. Havuç, çok sevdikleri bir yiyecekti. Sevimli mi sevimliydiler. İşte bu ilk dışarı çıktıkları günlerden bir gün, kendilerine çokça güvendiler ve arkadaşlarından ayrılarak yeni yerler keşfetmek istediler. Artık ne olduysa bu istekten sonra oldu. Beşkardeşler kendilerini bir anda yüksek ağaçların bulunduğu ve güneş ışığının toprağa değmediği bir ormanda buldular. Bu sırada etraflarını kendilerine yönelen iştahlı bakışların sardığını gördüler ve bu bakışların iyi niyetli olmadığını hemen fark ettiler. Beşkardeşler Ahenk’in komutasında hareket etmeye karar verdiler. ştahı kabaran ve Beşkardeşler’in çevresini saran sansar, tilki, çakal, vaşak ve şahin hep birden avlarını yakalamak için atağa geçtiler. Meraklı, Yumurcak’ı sırtına alarak kardeşleriyle birlikte koşmaya başladı. Bu sırada saklanma gereği hissettiler ve önlerine çıkan, çevresi otlarla ve çalı çırpıyla kaplı derin çukura hep birlikte saklandılar ve sessizce orada beklediler. Avcılar, onların saklandıkları yeri fark edemeden başka yerlere gittiler. Tehlikenin uzaklaştığını hisseden Beşkardeşler, gözlerini dört açarak kuyudan çıktılar. Ailelerinden habersiz yola çıkmanın tehlikelerini böylece atlatan Beşkardeşler, ailelerinin bulunduğu yeri aramaya başladılar. Kardeşleri gibi göremeyen Yumurcak onlara göre daha iyi koku alıyordu. Onun yönlendirmesiyle ve Ahenk’in komutasında Beşkardeşler güneye doğru yürüdüler. Her tarafı ağaçlarla kaplı bir tepede Ahenk, en uzun ağacın tepesine çıkarak etrafı gözetlemeye başladı. Ahenk tepenin aşağısında bulunan Güzel Mera’da kalabalık bir grup gördü ve dikkatlice onlara baktı. Bir de ne görsün? Gelenler Beşkardeşler’in annesi, babası ile diğer arkadaşları değil mi? Ahenk durumu kardeşlerine söyledi ve hep birlikte sevinçten türküler çığırmaya ve oynamaya başladılar. Bulundukları yerden Güzel Mera’ya doğru koşuştular. Beşkardeşler ormanlık alandan meraya ulaşınca Anne Tonton ve Baba Hamarat yavrularına yöneldi ve onları sevgiyle kucakladılar. Ardından kendilerinden izin almadan nereye gittiklerini soran Baba Hamarat, Beşkardeşler’i uyardı. Beşkardeşler de babalarına, bundan sonra asla izinsiz hiçbir yere gitmeyecekleri sözünü verdiler. Bunun üzerine Baba Hamarat ve ailesi evlerine döndüler. Anne Tonton ailenin diğer üyeleriyle birlikte yeşillikler, mantar ve meyvelerden oluşan zengin bir ziyafet sofrası hazırladı; birlikte yediler, içtiler ve eğlendiler.
Dinle
Rengârenk Karanfil
Rengârenk Karanfil İki dağın arasında mavilikleri gökyüzü kadar berrak bir nehir varmış. Bu nehrin çevresinde minik bir çiçek ülkesi varmış. Bu çiçek ülkesinde tüm çiçekler kendilerine özgü koku ve renkleriyle herkesi mest ediyormuş. Bu ülke, bahar gelince âdeta cennet bahçesine dönüşüyormuş. Sümbüller, güller, karanfiller, hanımelleri, yaseminler, nergisler ve nice çiçekler her sabah güneşi selamlıyorlarmış. Elbette bu durumdan en hoşnut olan arılarmış. Bu mevsimde civar ülkelerin arıları çiçekler için uzun yolculuklar yapar ve binbir çeşit çiçekten bal yaparlarmış. Kekik kokusunun havayı okşadığı bir sabah minik karanfil taç yapraklarını açmaya başlamış. Karanfil, yapraklarını açtıkça yanındaki çiçekler ona hayretle bakıyorlarmış. Dere kenarında süzülen salkım söğüt ağacı bile uzun yapraklarını sudan çıkarıp minik karanfile bakıyormuş. Minik karanfil kendisinde bir farklılık olduğunu hissetmiş ve yapraklarını incelemeye koyulmuş. Her yaprağı farklı bir renk olan minik çiçek, durumunu fark edince gözyaşlarına engel olamamış. Birkaç arkadaşı, minik karanfili teselli etmeye çalışmış. Herkes çok şaşkınmış hatta bazıları tedirginlik içinde olup biteni izliyormuş. Yaşlı çınar ağacı gözlüklerini takıp seslerin geldiği yere doğru uzanmış ve “Üzülme minik karanfil. Sen diğer karanfillerden farklısın ama bu farklılık seni çok özel bir çiçek yapacak.” demiş. Minik renkli karanfil “Çınar dede, benim beyaz, pembe, kırmızı, mor ya da sarı olmam gerekmiyor muydu? Neden her yaprağım başka bir renkte? Benimle alay ediyorlar. Üstelik bahar mevsimindeyiz. Arılar, ülkemizdeki çiçeklerden nektar topluyor. Onlar da farklılığımdan dolayı benimle alay edip, benim üstüme hiç konmazlarsa ne yaparım ben? Arıların balında benim çiçek tozlarımın da olmasını çok isterdim, işte en çok bunun için üzülüyorum.” demiş. Çınar ağacı, minik karanfile özel olduğunu ama aslında bu farklılığın olumsuz bir durum olmadığını, onun da herkes gibi polenleri ile bal yapımına katkı yapabileceğini uzun uzun anlatmış. Minik karanfil gökkuşağı renklerine bezenmiş kadife yapraklarını incelemeye koyulmuş ki uzaktan büyük bir arı sürüsü görünmüş. Vızıltılar yaklaştıkça tüm çiçekler heyecanla kıpırdamaya başlamışlar. Papatyalar sevgi ile selamlamış işçi arıları. Arıların bir kısmı papatya kümesine doğru uçuşmuşlar. Mor menekşeler mis kokuları ile arıları karşılamışlar. Nergisler, zambaklar, sümbüller, tüm çiçekler arıların gelişinden çok mutlu olmuşlar. Minik karanfil, dallarındaki renkli yapraklarını süzerek arkadaşlarının mutluluğunu izliyormuş. Arılar, çiçek ülkesinin tamamını sarmaya başlamış. Minik karanfil, farklı olduğu için arıların ona yaklaşmayacağını düşünüyormuş. Tam o sırada üzerinde bir vızıltı duymuş. Birkaç arı şaşkınlık içinde birbirlerine bir şeyler söylüyormuş. Rengârenk karanfil ne olduğunu anlayamamış ve arılar oradan hızla uzaklaşmışlar. Rengârenk karanfil ağlamaya başlamış. İşte o vakit üzerine bir bulutun yaklaştığını hissetmiş. Başını kaldırıp baktığında, bulut sandığı şeyin büyük bir arı sürüsü olduğunu fark etmiş. Arılardan birisinin şöyle dediğini duymuş: “Rengârenk bir karanfili daha önce hiç görmemiştik, bu çiçeğin polenleri bizim için çok özel. Kraliçe arı bu duruma çok sevinecek ve kovandaki ballar çok lezzetli olacak.” Rengârenk karanfil duydukları karşısında çok duygulanmış. Çınar ağacının sözleri aklına gelmiş. İşte o günden sonra o da tüm çiçekler gibi bal yapımına katkı sağlamanın mutluluğunu yaşamış.
Dinle
Hayata Varım
HAYATA VARIM Geç kalma endişesiyle başucumdaki telefona uzandım. Neyse ki olağan dışı bir durum yoktu. Telefonum görevini yapıyor, hem alarm çalarak hem de sesli saati hatırlatarak beni uyandırmaya çalışıyordu. Önceleri bu işi çalar saatler yapardı. Artık onların pabucu dama atıldı. Hemen hemen her işimizi elektronik cihazlarla yapar olduk. Yoğun bir gün beni bekliyordu. Kahvaltımı yapıp vakit geçirmeden çıkmalıydım. Yeni okulumda ilk günüm olacaktı. Kıyafet seçimi benim için oldukça önemlidir. Temiz ve bakımlı olmayı, uyumlu giyinmeyi her zaman önemsemişimdir. Kıyafetlerimi seçerken elektronik cihazımda bulunan renk tanıma uygulamasını kullandım. Ardından farklı bir uygulama yardımıyla bineceğim otobüsün durağa kaç dakika sonra geleceğini öğrendim. Otobüsün gelme saati yaklaşıyordu. Hemen evden çıkmalıydım. Asansöre binerek üzerinde Braille alfabesi ile zemin katı gösteren düğmeye bastım. Zemin kata geldiğimde sesli sistem beni uyardı. Kapının açılma sesiyle asansörden indim. Durağa geldiğimde fazla beklemem gerekmedi. Hemen otobüse bindim. Önceleri hangi durağa geldiğimizi başkalarına sorardık. Şimdi otobüs içerisindeki sesli sistem bu işi yapıyor. Biz de ineceğimiz yeri kolayca belirleyebiliyoruz. Okuluma gidebilmek için uzun bir otobüs yolculuğu yapmam gerekiyordu. Ben de bu zamanı kitap dinleyerek değerlendirdim. Yolculuk sırasında e-kitap ya da sesli kitap dinlemeyi çok seviyorum. Yeni okuluma daha önce gitmemiştim. Bu yüzden adresini navigasyon için kullandığım uygulamaya yazarak yürümeye başladım. Bu sayede okulumu kolayca bulabildim. Derslerde, elektronik cihazımda bulunan bir uygulama yardımıyla Braille notlar tuttum. Böylece öğretmenlerimin anlattıklarını hatırlamam kolaylaşacaktı. Bir ATM cihazı önünden geçerken tuşların çıkarttığı sesleri duydum. Yetişkin görme engelliler para çekme işlemini konuşan ATM’ler yardımı ile yapabiliyorlar. Ben banknotları telefonumda yüklü bir uygulama ile tanıyorum. Eve geldiğimde yapmam gereken ödevler beni bekliyordu. Hemen bilgisayarımı açtım. Bilgisayarım ekrana gelen her şeyi bana seslendiriyor. Ayrıca dilersem bilgisayarımla uyumlu çalışan Braille yazı cihazıyla da metinleri kontrol edebiliyorum. Dinlemek tabii ki zevkli. Ancak kitapları dokunarak okumak daha da zevkli oluyor. Her fırsatta kitap okuyorum. Ne güzel gelişmeler bunlar dediğinizi duyuyorum. Evet hepsi o kadar değil. Görme engelliler için çok daha fazla ürün var. Yardımcı cihazlar ile bizlerin yaşantısı çok daha kolaylaşıyor. Başkalarına olan ihtiyacımızı en aza indiriyor. Kuşlar gibi uçamadığımız için uçağa biniyoruz. Kartallar gibi keskin gözlere sahip olmadığımız için dürbün kullanıyoruz. Bizler de görerek yapamadığımız işleri yardımcı cihazlarla ve uygulamalarla yapıyoruz. Görme engelliler için yaşamı kolaylaştıracak çok fazla ürün var. Konuşan bilgisayarlar, konuşan saatler, konuşan televizyonlar, konuşan tartılar, konuşan fırınlar ve çok daha fazlası. Bu cihazların kullanımı bir lüks değil, bizim için gerekliliktir.
Dinle
Artırılmış Gerçeklik
ARTIRILMIŞ GERÇEKLİK Hepimiz okulumuzu çok seviyoruz değil mi? Arkadaşlarımızla yan yana oturduğumuz, gülüp eğlendiğimiz, öğretmenimizin o güler yüzüyle bizlere baktığı günlerin özlemini çektik aylarca. Tam kavuştuk derken pandemi yeniden artış gösterdi ve okulumuzdan, arkadaşlarımızdan bir kez daha ayrı kaldık. Neyse ki teknoloji bu hasretimizi bir nebze de olsa azaltıyor. Hiçbir engel bizi araştırmaktan, öğrenmekten, merak etmekten ve hayal kurmaktan uzaklaştıramıyor. Teknolojinin getirdiği yeniliklerle birlikte televizyonda yayınlanan dersler, internet ortamında oluşturulan canlı sınıflar evlerimizi birer dijital okula dönüştürüyor. Bir yandan “Teknoloji iyi ki bu kadar gelişmiş” diye düşünürken bir yandan da “Acaba gelecekte bizi neler bekliyor?” diye merak ediyor insan. Düşünün mesela… Coğrafya dersinde gezegenler konusunu işliyoruz. Öğretmenimiz tahtaya Satürün’ü ve onu sarmalayan halkasını çiziyor… Peki, Satürün’ü tahtada resim olarak görmek yerine tüm görkemiyle gerçekmiş gibi görmek nasıl olurdu? Ya da Ayasofya’yı o muhteşem mimarisiyle yanı başımızda görmek, hissetmek, hatta içine girip dolaşmak… Kulağa çok güzel geliyor değil mi? Hayali bile güzel… Unutmayalım ki bir işi başarmanın ilk adımı hayal kurmaktır. İşte bu hayallerimizin gerçekleşmiş hâli “Artırılmış Gerçeklik” kavramında hayat buluyor. Artırılmış gerçeklikle; başladığımız bu hayal dünyasında nesneleri gerçekmiş gibi görebiliyor, onları hareket ettirebiliyor, çeşitli deneyler yapabiliyor ve farklı mekânları gezebiliyoruz. Peki, bu nasıl oluyuor? Bizler de bunları yapabilir miyiz? Artırılmış gerçekliğin temelinde neler yatıyor? Haydi, gelin şimdi artırılmış gerçekliğin ne olduğunu birlikte öğrenelim. Bir cismin artırılmış gerçeklik sürecini şu şekilde anlatabiliriz; 1- Nesnelerin dijital ortamlarda çeşitli programlar aracılığıyla 3 boyutlu olarak çizimlerinin yapılması 2- İnternet üzerinde bu nesneyi temsil eden, eşleştirilecek olan, resmin hazırlanması 3- Üretilen 3 boyutlu çizim dosyasının bu nesnenin eşleştiği resme tanımlanması 4- Resmin telefon, tablet gibi mobil cihazların uygulama marketlerinden ya da bazı internet sitelerinden oluşturulan uygulamalar ile internet erişim şartı olmaksızın okutulması 5- Nesnelerin cihazdaki 3 boyutlu yapılan çizimlerinin cihazlarda keyifle izlenmesi Artırılmış gerçeklik, kısaca nesnelerin ya da somut varlıkların bilgisayar programlarıyla üç boyutlu tasarlanıp dijital şekilde gösterilmesidir, diyebiliriz. Son yıllarda eğitimden tıbba, müzelerden evlerimize kadar giderek yaygınlaşan ve birçok alanda kullanılan bir tekniktir. Gerçek nesnelerin veya somut varlıkların karekod ya da görsel eşleştirme yöntemi ile dijital bir cihaz ekranında 3 boyutlu görüntülere dönüşmesi şimdilik zaman alıcı bir işlemdir. Günümüz teknolojisiyle bir nesnenin ya da varlığın 1 saniye süren üç boyutlu görüntüsünü elde edebilmek için saatlerce çalışma yapmak gerekiyor. Yakın gelecekte ise bu durumun da değişeceğine hiç şüphe yok. 1 saniyelik çalışma ile saatlerce süren 3 boyutlu görüntülere ulaşacağımız günler oldukça yakın görünüyor. Geriye tek bir sorun kalıyor: Satürn sıraların üstüne sığabilecek mi? Yandaki görselde arttırılmış gerçekliğin detaylı eğitim videosuna erişebilirsiniz. Tek yapmanız gereken, internete bağlı cihazınızla QR olarak taratmak.
Dinle
Harflerle Savaşan Kahraman: Aslı
HARFLERLE SAVAŞAN KAHRAMAN: ASLI Dostum dediğim kelimelerin ve harflerin kızımı çok yorduğunu yıllar sonra anladım. Bir yayınevinde çocuk kitapları alanında çalışırken Aslı’nın anaokulu eğitimi boyunca; boyama yaparken çizgilerin dışına çıkması, rakamları ters yazması, harfleri sürekli karıştırması, beş saniye önce doğru söylediği harfi beş saniye sonra yanlış söylemesi, art arda gelen yönergeleri anlayamaması tuhaf geliyordu. “Abisi de ikinci sınıfta okumasını ilerletti. Şimdi kitap yetiştiremiyorum.“ diye düşünürken disleksi, disgrafi ve diskalkuli ile tanıştık. O filmi mutlaka seyretmişsinizdir. Hani harfleri birbirine karıştıran çocuğun hikâyesini; b, p, g, d, h… hatta hepsini. Kelimeleri ve cümleleri. Ben a, b, c, d, e, f olarak görüyorum. Kızım ise aynı harfleri; e, d, ç, g, a, b diye görüyor. Hatta her baktığında farklı harfler görüp farklı okuyor. Bir yazıyı okumaya çalışıyor; okuduğunu düşünüyor. Sonra tekrar okumaya çalışıyor. Eyvah, yazı değişmiş! “Arı” iken “anı” olmuş, “aynı” iken “adı” olmuş. Eh, her baktığında farklı gözüken harfleri kim okuyabilir ki! Sanki görünmez bir el her bakışta harflerin yeriyle oynuyor. Bilmediğimiz, düzeltemediğimiz, görmediğimiz bir şey ile nasıl mücadele edebiliriz? Konuşup tanışabilsek, anlaşacak bir yol bulurduk ama kafasına göre karışan harflerle anlaşma yapılmaz ki! “Özel Öğrenme Güçlüğü” tanısı almış bir çocuk için sadece okumak değil, konuşmak da zor. Hiç düşünmeden yaptığımız bazı işler onlar için bir bilmece. Düzgün cümle kurmak, harfleri birbirine karıştırmamak, peş peşe söylenen cümleleri anlamaya çalışmak, deyim ve atasözlerinin mecaz anlamını kavramak sandığınız kadar kolay değil. Yazmak daha da zor. Harflerin boyları, yönleri her bakışta değişip duruyor. -d- yazıyor meğer kelimede -b- harfi varmış. Bu yüzden kendi yazısını bile okuyamıyor. Zamanla çalıştıkça biraz düzeliyor ama tamamen geçmiyor çünkü bu bir hastalık değil. Sadece farklılık. Benim gibi, bizim gibi olmasını beklemeyerek çözüyoruz bu sorunu. Herkesin kendine göre özellikleri ve güzel yönleri var. Allah herkesi farklı yaratmış. Disleksi, normal ve normal üstü zekâya sahip insanlarda ortaya çıkıyor. Aslında beyninin bazı bölümleri herkesten daha iyi çalışıyor. Neler yaşadıklarını bilirsek, onları anlamamız kolaylaşır. Okul hayatı başka bir dünya. Sayfaya her baktığında bilmediği bir dilden farklı farklı kelimeler çıkıyor karşısına. Kelimeyi bir çözse, okuyacak ama olmuyor. Elmayı biliyor aslında ama orada “elma” yazdığını bilmiyor. Hocanın sorduğu soruyu biliyor ama cevabı nasıl vereceğini bilmiyor. İyi ki Bakanlığımız tarafından hazırlanan kitaplar, bu durumdaki öğrencilere destek eğitim odalarında eğitim verilmesini sağlayan çalışmalar, öğrenme hızlarına uygun ilerlemelerine imkân sağlayan planlamalar var. Bakanlığımız ücretsiz özel eğitim hizmeti imkânı sunuyor. Özel eğitim öğretmeninin desteğiyle sorunlar daha hızlı aşılıyor. SON SÖZLER ASLI’DAN: “Herkes kendine göre normal, ben de öyleyim. Okuma, yazma ve matematik işlemlerinde zorlanan biriyim sadece. Olaylara farklı açıdan bakmasını biliyorum. Analitik düşünebiliyorum. Tasarım alanında çalışmalar yapıyorum. Hepimiz dünyaya bir şeylerde birinci olmak için gelmedik. Bazısı ip atlayamaz, bazısı yüzmekte zorlanır. Disleksililer ise okuma, yazma ve matematik işlemlerinde zorlanır. Eğer çevrende disleksili bir arkadaşın varsa onun da kendine özgü yetenekleri olduğunu hatırla. Bu arkadaşım hiçbir konuda iyi değil diye düşünme çünkü kendi yeteneğini bile hemen bulamıyorsun. Koşamayan her canlıya farklı diyebilir miyiz? O zaman penguenler ne yapsın? Penguenin koşmasını ya da uçmasını değil yüzmesini isteyin. Aslında okumak da bir yetenek. Sıradan bir şey değil. Bu yeteneğiniz varken bence kullanın. Bol bol okuyun. Kelimeler dünyasında dolaşırken benim yerime de keyif alın. Eğer özel öğrenme güçlüğü, disleksi nedir, bilmiyorsanız lütfen bu yazıyı okuduktan sonra araştırın. Anlayın ve anlatın.”
Dinle
Biz bu kitapları çok sevdik
Biz bu kitapları çok sevdik
Dinle
Sesimi duyan var mı?
Sesimi duyan var mı? Geçmiş olsun İZMİR
Dinle
Resim
Ezgi Mercan- Ege Erzincan Dr. Günseli- Dr. Bülent Akınsal Özel Eğitim Meslek Okulu Konyaaltı/ANTALYA
Dinle
Dergi Dokümanlarını indir
Sesli dergideki ses dosyalarını buradan indirebilirsiniz
Dokümanlar