Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Anasayfa
Dergiler
Sesli Dergi
Türk İşaret Dili
Teşekkürler
İletişim
Anasayfa
Dergiler
Sesli Dergi
Türk İşaret Dili
Teşekkürler
İletişim
Heyecanımızla Merhaba!
Anasayfa
Heyecanımızla Merhaba!
Kapak
Özel Eğitim Çocuk Sonbahar 2020 Sayı:1 Heyecanımızla Merhaba
Dinle
Maskeni Tak Mesafeni Koru
Maskeni Tak, Mesafeni Koru! ‘’Pandemi Sürecinde Duygularını Paylaşır mısın?’’ yarışmasında dereceye giren öğrencilerimizin çalışmaları
Dinle
Millî Eğitim Bakanımız Sayın Ziya SELÇUK'un Yazısı
Sevgili Çocuklar, Altı aydan fazla bir süredir neşeli çocuk seslerinden mahrum kaldı okulunuz. Dünyanın en tatlı öğretmenlerinin ve en iyi arkadaşlarının bulunduğu güzel okulunuza kavuşmanıza az kaldı. Sizleri kendi çocuklarından ayırmayan öğretmenlerinizle, kardeşiniz kadar yakın hissettiğiniz arkadaşlarınızla yeniden buluşacak olmanız ne güzel. Sizin, bizim, hepimizin burnunda tüten okulumuz ne kadar yakın! Yine oyunlarla dolup taşacak okulunuz. Kitaplarınız yine her zamanki gibi en yakın dostlarınız olacak. Birbirinden eğlenceli etkinlikler eşliğinde öğreneceğiniz yeni bilgilerle dopdolu bir yıl bekliyor sizi. İşte bu okul sevincinize, bu güzelliklere bir güzellik daha katalım istedik. Sizler için bir çocuk dergisi hazırladık. Adı: Özel Eğitim Çocuk Özel Eğitim Çocuk, yılda dört sayı olarak her mevsim çiçek açacak. Türk çocuk edebiyatının seçkin yazar ve çizerlerinin kaleme aldığı şiir, masal, hikâye, denemelerle birlikte; fıkra, resim, karikatür ve birçok etkinlik sayfalarımız sizleri bekliyor. Sadece sizleri mi? Değil tabii; öğretmenlerimizi, velilerimizi ve içindeki çocuğu barındıran herkesi… Dergimiz, Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürlüğümüzün koordinesinde hazırlandı. Görme, işitme, bedensel veya zihinsel bir engeliniz bulunsun bulunmasın, özel bir yeteneğiniz olsun olmasın hepinizin severek okuyabileceği ve kendinden bir şeyler bulabileceği dergimize yazılarınızla, resimlerinizle katkı sağlayacağınızı umuyoruz. Sevgili Çocuklar, Sizler bizim en değerli, en özel varlıklarımızsınız. Sizlerle çoğalıyor, sizlerle büyüyor, sizlerle kendimizi buluyoruz. “Her dem yeniden doğuyoruz” sizinle. Kış mevsiminde yayımlanacak ikinci sayımızda görüşünceye kadar maske, mesafe ve temizlik kurallarını gözeterek sevgiyle kalın... Ziya Selçuk Millî Eğitim Bakanı
Dinle
İçindekiler
İÇİNDEKİLER 3)Yapraklar Dökülünce 4)Mevsim Şeridi 6)Çalışkan Sincap 10)Bir Nefes Hayat Gibi 12)Söyleşi: Bir Nefes Hayat Gibi 14) Karikatür 15)Şiir Öğrenen Rüzgar 16) Bal Kabağına Masal Anlatan Kız 18) Teknoloji Gelişiyor, Dünya Değişiyor 20)İyilere Hergün Bayram 22)Baba-Kız Bir Kahve Sohbeti 24)Merve’nin Kanalı 25)Hangileri Benzer? 26)Renklerin Dünyası 28)Eğlence Zamanı 34)Resimli Bulmaca 36)Bilgin Dede 38)Sizin Sesiniz 40)Şu Acayip Hayvanlar 41)Arkadaş 42)Uzun İnce Yolda Bir Dost: Aşık Veysel 44)Zaman Durunca 46)Porsuk Ağacı 48)Biricik Soru Binbir Soru 50) Yunus Emre 52)Haiukular 53)Kilitli Kutu 54) Karikatürler 55) Manolya Çiçeği ile Süt Kardeş 56)Etkinlik Zamanı 58) Arkadaş Edinemeyen Aslan 60) Gülümse 62) Sol Yanımı, Canımız 64) Biz Bu Kitapları Çok Sevdik
Dinle
Yapraklar Dökülünce
Yapraklar dökülürken Okula gidecekmişim Boyum uzayacakmış biraz daha Önlüğümle ben Bir melek gibi olacakmışım Aynaya her baktığımda Biraz daha uzuyor boyum Saçlarım dökülüyor omzuma Bütün dağ çiçeklerini Buket yapabiliyorum saçlarıma Söz veriyorum anne Yazmayı öğrendiğimde Defterimin tam ortasına CANIM ANNECİĞİM yazacağım Saçlarına takacağım kır çiçeklerini Hele yapraklar bir dökülsün anne
Dinle
Mevsim Şeridi
S onbahar mevsiminde okula başlarız. Havalar bu mevsimde yavaş yavaş soğumaya başlar. Yapraklar birer birer düşer, düşmeyenleri de ya yağmur yağar düşürür yahut rüzgâr eser, süpürür. Sonra kış gelir ve havalar bir hayli soğur. Sabah kalktığımızda bir de bakmışız ki her yer bembeyaz. Kar yağmış, etrafı beyaza boyamış. Bir dönem boyunca çalışan çocukların dinlenmek hakkıdır elbette. Bu yüzden okullar iki haftalık tatile girer. Yarıyıl tatilinin keyfi de bir başka olur. Ardından cemreler düşer; TOPRAĞA, SUYA, HAVAYA. İlkbahar mevsimi gelmiştir. Çevremiz yine eskisi gibi olur. Ağaçlar yeşillenir, kırlarda rengârenk çiçekler açar. Uçsuz bucaksız ovalar yemyeşil olur. Irmaklar daha coşkun akar. Kuşlar daldan dala, kelebekler çiçekten çiçeğe konar. Kışlık giysilerimiz kaldırılır. Güneş odamıza daha çok uğrar. Uçurtmalarımız gökyüzünde nazlanarak uçar. Yaz mevsiminde havalar iyice ısınır. Her yer çiçeklerle, meyvelerle ve çocuklarla dolup taşar. Okullar tatile girer. Çocukları güzel güzel oyunlar bekler o zaman. Yaklaşık üç aylık bir tatildir bu. Güzel güzel dinlenme ve bol bol kitap okuma zamanıdır. Ve... Ve yaz biter, sonbahar tekrar gelir. Çocuklar dünyanın döndüğünü ispat eder gibi büyük bir sevinçle okullarına dönerler. Bu masal hiç bitmeden, yağmurların yağıp ırmaklarla buluşması ve ardından buhar olup gökyüzüne yükselmesi gibi devam edip gider; bir daha, bir daha, bir daha...
Dinle
Mevsim Şeridi
İşte bir çocuk ispatlıyor bunu. Ama onunki bir başka! Okula yeni başlıyor. Yüreği bir kuş hafifliğinde, kıpır kıpır... İlk önce ağladı dünyaya geldiğinde. Sonra güldü, “anne”, “baba” demeyi öğrendi. Daha sonra emeklemeyi, yürümeyi, koşmayı, kırlarda çiçekler toplamayı... İlk defa okul sıralarına oturacak. İlk defa sıraya geçecek, yeni yeni arkadaşlar edinecek. Ve en önemlisi de bir öğretmeni olacak. O evde bu heyecanı yaşayan bir tek o mu var? Değil tabii. Annesi, babası, ninesi, dedesi... Ayakkabı almışlar dün annesiyle birlikte, bembeyaz bir ayakkabı. Biraz pahalı ama ne yapsınlar. Evlatları ilk defa okula gidecek. Babası akşam, okul çantasını da almış getirmiş; işte her şey tamam. Dedesinin aldığı, ninesinin üzerine kuş deseni işlediği mendil de döş cebinde. Sabaha kadar heyecandan uykusuz kalmış ama yine de uçuyor sevinçten. Biraz içinde korku mu geziniyor ne? Heyecandandır, heyecandandır. Bir yudum su içsin, hepsi geçer. Evde okul heyecanı sanki bir bayram sabahı. Zil çaldı, haydi biraz çabuk ol! Aman beslenmeni unutma, ayakkabının bağcıklarını annenin öğrettiği gibi bak şöyle bağla, dur dur telaşlanma. Annen de seninle gelecek. Çantanı bugün annen taşısın, dikkatli şekilde gidin, olur mu okula? OKUL BAŞLIYOR. O UÇUYOR, SANKİ BİR KUŞ. Hayat! Çoktan başladı.
Dinle
Çalışkan Sincap
ÇALIŞKAN SİNCAP Bir varmış başka hiçbir şey yokmuş. Allah her şeyi yaratmış, yaratılışını güzel yapmış. Okumayı sevenleri de çok ama çok sevmiş.Evvel zaman içinde, zaman zaman içindeymiş. Bir tatlı sevimli sincap bizim masalın içindeymiş. Bu sevimli sincap uykuyu çok seviyormuş. Bunun için de ona “Uykucu” diyorlarmış. Günlerden bir gün koca göbekli bir sincap elinde davul, ağaçların arasında bir duyuru yapmak için geziyormuş. Sincap aileleri beni iyi dinleyin! Sözlerime kulak verin! Haftaya okullar açılacak! Herkes okul dönemine gelen yavru sincabı, okula kayıt ettirsin! Bu ses de ne? Uyumaya çalışıyoruz. Seni uykucu seni! Söylenenleri duydun değil mi? Haftaya okul başlıyor. Senin yaşındaki bütün sincaplar okula başlayacak! Bana ne, bana ne! Ben okula gitmeyeceğim. Senden ayrılmayacağım! Peki, sen bilirsin ama bu davranışın hiç doğru değil. Umarım pişman olmazsın. İyi uykular!
Dinle
Çalışkan Sincap
BİR GÜN SONRA Sabah olmuş, Uykucu Sincap neşeyle uyanmış. Neşeli ile Gülücük nerededir acaba? Dereye inip oyun oynamak için sabırsızlanıyorum. Merhaba Gülücük! Haydi derenin yanında oynamaya gidelim? Heey Neşeliii! Oyun oynamaya gidelim mi? Hayıır! Okul için hazırlık yapıyoruzHayır Uykucu! Okul kıyafeti almaya gideceğiz. Hiçbir arkadaşı okul hazırlığından dolayı oynamaya gelmemiş. Uykucu, üzgün bir şekilde aşağıdaki derenin yanındaki ceviz ağacının altına oturmuş. Uykucu'yu üzgün bir şekilde gören Bilge Sincap onun yanına gelmiş. Merhaba Uykucu! Oturabilir miyim? Merhaba Bilge Sincap! Tabii ki. Çok sevinirim.
Dinle
Çalışkan Sincap
Seni üzgün gördüm. Seni üzen nedir? Söylemek ister misin? Kimse benimle oynamak istemiyor. Tüm arkadaşlarım okula gitmeye hazırlanıyor. Senin yaşındaki bütün sincaplar okula başlayacak. Okula gitmezsen yalnız kalacaksın. İstersen birlikte okulu bir dolaşalım? Belki seversin. HARİKA Olur Bilge Sincap. Nasıl istersen.Merhaba Öğretmen Sincap! Merhaba Bilge Sincap. Hoş geldiniz. Okul çok güzelmiş. Öğretmen de annem kadar iyiymiş. Artık ben de arkadaşlarımdan ayrı kalmayacağım. Öğretmenim, burada ne yazıyor, öğrenebilir miyim? SEVGİ, ÖĞRENMENİN ÖNEMLİ ŞARTI ÜZMEMEKTİR ASLA ARKADAŞLARI SAHİP OLDUĞUN EN GÜZEL BAŞARI UMUDUNLA YAŞAMAKTIR HAYATI.Buradaki yazı öğrencilerimin, ilk okumaya başladıkları zaman okudukları bir şiirdir.Okumayı öğrendiğinde bunu bize sen okursun, olur mu?
Dinle
Çalışkan Sincap
Olur öğretmenim, okumayı öğreneceğim ve onu ilk önce ben okuyacağım. Bizim sincap, çok sevinçli bir şekilde öğretmeninden izin alarak heyecanla koşup eve gitmiş. ANNE, ANNE! BEN DE OKUL KIYAFETİ İSTİYORUM. OKUL ÇOK GÜZEL; ARKADAŞLARIM, ÖĞRETMENLERİM ÇOK GÜZEL. BEN DE OKULA GİTMEK İSTİYORUM. Elbette. Bu çok güzel bir haber. Uykucu, arkadaşlarıyla birlikte okula başlamış. Derslerine çok çalışmış. Öğrenme heyecanı ile uykucu olmaktan da kurtulmuş. Adını “Çalışkan Sincap” koymuşlar. Nihayet okumayı öğrenmiş. Çalışkan Sincap, artık zamanı geldi, duvardaki şiiri bizlere okuyabilir misin? SEVGİ, ÖĞRENMENİN ÖNEMLİ ŞARTI ÜZMEMEKTİR ASLA ARKADAŞLARI SAHİP OLDUĞUN EN GÜZEL BAŞARI UMUDUNLA YAŞAMAKTIR HAYATI. SEVGİ, ÖĞRENMENİN ÖNEMLİ ŞARTI ÜZMEMEKTİR ASLA ARKADAŞLARI SAHİP OLDUĞUN EN GÜZEL BAŞARI UMUDUNLA YAŞAMAKTIR HAYATI.Gökten üç elma düşmüş. Birincisi çalışmasını sevenleri n , ikincisi arkadaşlarıyla iyi geçinenlerin, üçüncüsü de bu masalı okuyan ve dinleyenlerin başına...
Dinle
Bir Nefes Hayat Gibi
ARAMIZDA BİR NEFES GİBİ HAYAT Merhaba arkadaşlar! Ben klinik psikolog Cemre Soysal. Y epyeni bir dergide sizinle buluştuğum için çok mutluyum. Bu sayfada sizin dünyanızdan gözlemlediğim durumları kendi yorumlarımla yazacağım. Bazen zorlandığınız konularda çözümler bulacaksınız, bazen sıkıldığınızda eğlenebileceğiniz fikirler okuyacaksınız, bazen de başka birilerinin hayatlarında yaşadıklarına tanık olacaksınız. Bu sayfada hepimizin hayatından bir parça olacak. En azından öyle umuyorum, siz de bana yardım edersiniz değil mi? Uzun zamandır hepimizin hayatını etkileyen en önemli olayı biliyorsunuz, korona. Senenin başından beri bu konuyla uğraşıyoruz, hayat alışkanlıklarımız değişti; yapmadıklarımızı yapar, yaptıklarımızı yapmaz olduk. Eminim sizlerin de bu süreçte çok farklı ve özel deneyimleri olmuştur. Ben ise bu olaya biraz daha farklı bir açıdan bakacağım: koronanın bize öğrettikleri. “Hiç iyi şeyler yapmadı.” dediğinizi duyar gibiyim. “Nefret ediyoruz senden korona!” Artık dünyayı terk et korona! Doğru haklısınız, ben de kendisine sevgi beslemiyorum. Yine de her zor ya da olumsuz olayda olduğu gibi bunda da kendime şu soruyu soruyorum: BEN BUNDAN NE ÖĞRENEBİLİRİM, BU OLAY BANA NE ANLATIYOR? İnsan doğası genel olarak zorluk ya da sıkıntıyla yaşamayı sevmez. Hangimiz sabah uyandığımızda “Lütfen bugün büyük zorluklarla karşılaşayım.” der ki? Diğer taraftan da başımıza gelen ve içinden çıkamayacağımızı düşündüğümüz birçok sorunu başarıyla atlatırız aslında.
Dinle
Bir Nefes Hayat Gibi
Bu geçirdiğimiz günler de insanın beklemediği bir konuya uyum sağlama becerisinin ne kadar kuvvetli olduğunu gösterdi. Bundan bir sene önce dünyada bir pandemi yaşanacağı söylenseydi bizimle dalga geçildiğini düşünür ve gülerdik. Hatta belki “Ben asla evden çıkmadan yaşayamam!” diye itiraz ederdik. Hâlbuki öyle olmadı, alıştık. Marketten aldığımız paketleri yıkamaya, maske takmaya, birbirimize çok yakın durmamaya, dersleri ekrandan izlemeye… Hepsine alıştık. İşte korona bize bunu öğretti: Dayanamayacağımızı düşündüğümüz zorluklar karşısında bile o durumu yaşanır hâle getirecek çözümler bulabiliriz. Bu beceriye sahip olduğunu fark eden ya da bunu kendine sık sık hatırlatan kişiler, zorluklarla karşılaşmaktan korkmazlar. “Eyvah, ben şimdi ne yapacağım?” diye endişe de yaşamazlar; çünkü bilirler ki sorun yaşasalar da bununla baş edecek bir çözüm yolu bulabilirler. Hayat keşke sadece çok eğlenceli olayları yaşadığımız, hep güldüğümüz ve mutlu olduğumuz anlarla dolu olsaydı diye düşünüyor olabilirsiniz. Fakat size bir sır vereyim mi? Öyle olsaydı da pek iyi olmazdı. Durun, hemen itiraz etmeyin, sebebini açıklayayım. Hayat nefes alıp vermek gibidir. Nefes almak mutluluksa, nefes vermek de üzüntülerimizdir. Hiç nefes vermeden sadece nefes alarak yaşayabilir miydik? İsterseniz bir deneyin bakalım: Nefes alın, sonra biraz daha, sonra biraz daha, belki biraz daha... Pooofffff! Patlayacak gibi oldunuz değil mi? Nefesi vermeniz gerekti; çünkü yaşamın kendisi böyle bir denge üstüne kurulu. Nefes almak ve vermek, sevinmek ve üzülmek… Birinin olması için diğerine ihtiyaç var. Bir sonraki buluşmamıza kadar bazen mutlulukla bazen üzüntüyle geçen ama her zaman çözümlerinizi bulabildiğiniz güzel günler dilerim.
Dinle
Söyleşi: Sümeyye Boyacı
AYRUPA ŞAMPİYONU DÜNYA İKİNCİSİ GÖNÜLLERİN BİRİNCİSİ SÜMEYYE BOYACI Merhaba arkadaşlar. Ben, Sümeyye Boyacı. 2003 yılında Eskişehir’de dünyaya geldim. Herkesten farklı olarak iki kolum yoktu. Ailemin bunu önceden bilmesi ve beni daha doğmadan bu şekilde kabul etmesi en büyük şansımdı diyebilirim. Çünkü doğduğum andan itibaren bana engelli bir insan muamelesi yapmamaları beni bu noktaya getirdi. Daha 6 aylıkken annemin ayaklarımı evdeki çiçeklere değdirmesi, ayaklarımla birçok şeyi yapabileceğimin sinyalini vermişti beynime. 2 yaşımda döke saça yemek yemeler derken 3,5 yaşında kalem tutmayı öğrenmiş, resim yapmaya bile başlamıştım. Yaklaşık 4 yaşlarında çizdiğim gül resmi ile resme olan yeteneğimi aileme göstermiştim. Bundan sonra renkler hayatımın vazgeçilmezi olacaktı; ta ki bir gün sokakta annemle birlikte yürürken, apartmanın birinden bir teyzenin balkondan sarkarak “Yok mu onun kolları, nerede onun kolları!” diye bağırmasına kadar... O kadar üzülmüştüm ki yol boyunca hiç konuşmadan eve geldik. Gelir gelmez rengârenk kalemlerimin başına oturup resim çizmeye başladım ama yalnızca siyah kalemi kullanarak simsiyah bir resim çizmiştim. Böylece ifade edemediğim duygularımı resme dökerek bir nevi sanatla rahatlamayı öğrendim. 5,5 yaşında yüzme sporuna başlamak hayatıma ayrı bir hareketlilik katmıştı. 12 saatte öğrendiğim yüzmede bir gün bu noktaya geleceğim aklımın ucundan bile geçmezdi. 2008-2009 Rusya’da Türkiye kültür tanıtım yılı olması dolayısıyla iki ülkenin ortaklaşa hazırladığı Alexander Puşkin’in “Altın Balık Rus Halk Masalları” kitabının kapak resmini çizdim. 6 yaşında 23 Nisan etkinlikleri kapsamında Moskova’da 6-7 tablodan oluşan ilk kişisel resim sergimi açtım. 2009 yılı benim için dolu dolu geçiyordu. Yine 6 yaşında Kur’an-ı Kerim’i hatmettim. Cumhurbaşkanlığı’nın himaye ettiği “Eğitim Her Engeli Aşar” kampanyasında aktif rol almak benim için ayrı bir gurur kaynağıydı. Daha sonra ebru sanatıyla tanıştım. 31 tablodan oluşan ilk kişisel ebru sergimi Eskişehir’de açtım. Tüm bu sanatsal çalışmalarım devam ederken yüzme hâlâ hayatımın en önemli parçalarından biriydi. Bu arada açtığım sergiden kazandığım parayla dikiş makinesi aldım. Kendi tasarladığım kıyafetleri dikiyorum. Dikişi çok seviyorum. Eskişehir ETİ Sosyal Bilimler Lisesinde eğitimime devam ediyorum. 2016’dan bu yana Meksika’dan Finlandiya’ya, Singapur’dan ABD’ye çok sayıda uluslararası yarışmalara ve büyük şampiyonalara katıldım. Hemen hemen hepsinden madalyalarla döndüm. Bunlardan en önemlisi 2018’de katıldığım Dublin’de yapılan Paralimpik Avrupa Şampiyonası idi. 1. olarak Türkiye Cumhuriyeti tarihinin yüzmede ilk Kadın Avrupa Şampiyonu oldum. Yine 2019’da Londra’daki dünya şampiyonasında 0.3 saliselik bir farkla birinciliği kaçırıp ikinci oldum. Bu benim için çok üzücüydü.
Dinle
Söyleşi: Sümeyye Boyacı
Eğitim Çocuk Dergisi, Sonbahar 2020 Rakibimin kollarının olması onun için büyük bir avantajdı. Şampiyonadan sonra Rusya’da ilk ebru sergimi açtım. Çalışmalarıma tüm hızımla devam ediyorum. Hatta Bakanlığımızdaki hocalarımız bu güzel dergi için benden yazı talep ettiklerinde ben kamptaydım. Otobiyografimi kamptayken hazırladım. 2021 Tokyo’da yapılacak paralimpik olimpiyatlarında şampiyon olmak en büyük hedefim. Bunun için ruhen ve bedenen elimden geldiğince hazırlanıyorum. Aslında herkes yüzmeyi bedenle yapılan bir spor zannediyor, oysa yüzme hem bedenle hem beyinle yapılan bir spordur. Bunun için zihinsel antrenmanlar da yapıyorum. Hedeflerim sadece olimpiyatla sınırlı değil tabii ki. İleride spor psikoloğu olmak istiyorum. 17 yıllık hayatımda engelli bir sporcu ve bir ergen olarak olumlu veya olumsuz bir çok şey tecrübe ettim. Bu tecrübelerimle ve alacağım eğitimlerle iyi bir psikolog olup ülkeme ve ülkemin insanlarına özveriyle hizmet edebileceğime inanıyorum. Sporla eğitim hayatını birlikte yürütmek, bununla birlikte sosyal hayatına aktif bir şekilde devam etmek gerçekten zor. Bunun için bir şeylerden vazgeçmek gerekiyor. Örneğin ben 3 yıldır ailemle tatil yapamadım. Günlerimin çoğu yurt dışında ve kamplarda geçiyor. Eskişehir’de olduğum sıralarda öğretmenlerim sağ olsunlar hafta içi her gün antrenman saatlerinin dışında evimizde bana ders veriyorlar. Son dört beş yılım havuz, yarış ve kamplardan ibaret diyebilirim. En çok “17 yıllık hayatına bunca başarıyı nasıl sığdırdın, nedir seni motive eden şey?” sorusuyla karşılaşıyorum. Öncelikle şunu belirtmeliyim, bu başarıların arkasında büyük bir ekip var: Tüm kamplarda ve yarışmalarda yanımda bulunan annem; eğitim, sanat ve spor hayatımda maddi manevi desteğini esirgemeyen babam; annem benim yanımdayken yalnız kalan kardeşim ve o yalnız kalmasın diye onunla ilgilenen akrabalarım, bizlere kamp ve yurt dışına yarışlara gitme imkânı sunan TBESF-GSB ve yine eğitim, spor ve sanatta ders aldığım öğretmen ve antrenörlerim, bana evde eğitim imkânı sağlayan Millî Eğitim Bakanlığımız, dualarını eksik etmeyen halkımız... Hepsinin bu başarıda payı var. Sahip olduğumuz değerler, madalya aldığımda İstiklal Marşı’mızı tüm dünyaya dinletmek, bayrağımızı göndere çektirmek. Hepsi ayrı ayrı motive ediyor beni. Antrenman yaparken veya gece başımı yastığa koyduğumda yarışlarımı düşünüyorum . Bazen yarış videolarımı seyredip spikerin heyecanla “Şampiyon Boyacı Turkey! diye heyecanla bağırması coşturuyor beni. Millî duygularımı en zirvede yaşıyorum. “Tekrar.” diyorum “Tekrar” yaşayacaksın, Sümeyye, az kaldı, 2021 Tokyo’da, Cumhuriyet tarihinin yüzmede ilk olimpiyat şampiyonu olacaksın…” Sevgili arkadaşlar, ülkemin doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine; her iklimden arkadaşlarım. Evet, kolay olmadığını ben de biliyorum ama her şey bir hayalle başlar. Bugüne kadar yaptıklarım hayallerimin, azmimin sonucu; eksikliğimin değil. Farklılıklarımız bizi özel kılar. Fark et, hayal et, farkını göster. Sevgiyle kalın
Dinle
Aşağıdakilerden Hangisi Daha Tehlikelidir?
Daha Tehlikelidir? 5 metrelik Trex . Küçük Kardeş: Ödevlerini yapmadığını söylüycem. Daha Kısa Ömürlüdür? kelebek. Tabletin şarjı. Daha Değerlidir? Çölde su bulmak. Hediye internet. Daha Soğuktur?Kutuplar. Yetişkin Şakası: Eğer çok terliyorsan terlik giy ehehe.
Dinle
Şiir Öğrenen Rüzgar
ŞİİR ÖĞRENEN RÜZGAR İki şiiri olan birini Rüzgâra versin Neden mi anne Öğrencisiyim her an Türkçenin. Şiir bilen rüzgârlar Götürsün okula beni Hiç bırakmasın nar Rüzgârın harflerini. İki şiiri olan birini Yağmura versin Paylaştırsın onu yağmur Şiirsiz evlere Eksik yaprağını bir ağaç Soruyor mevsimlere. İki şiiri olan birini Öyküye versin Gökte bulut Denizde balık Sevinsin.
Dinle
Bal Kabağın Masal Anlatan Kız
BALKABAĞINA MASAL ANLATAN KIZ B alkabağı tarlasının yanından geçiyordum. Hava oldukça sıcaktı ve rüzgâr da ortalıkta yoktu. Birden balkabağının dev yapraklarının sallandığını gördüm. Bu rüzgârın işi değildi, olsaydı benim de yüzümü yalar, diğer yaprakları da sallardı. Kedi veya sincap, belki de bir fare olabilir dedim yaprakları sallayan. Yaprakların hışırtıları çoğaldıkça merakım da arttı. Merakımı gidermek için iyice yaklaşmam gerekiyordu, yaklaştım. Birden karşıma bakışları muziplik, gülüşleri bal saçan sevimli bir kız çıkıverdi. Neye uğradığımı şaşırdım. Şaşkınlığım gidince sordum: - Bal gülüşlü kız, yoksa sen balkabağının çiçeği misin? - Yok, ben Belis’im, dedi. - Belis mi? Belis de ne demek? - Belis benim ismim, manası da güzel kız demek. - Ne güzel ismin varmış, peki, ne işin var balkabaklarının arasında senin? - Masal anlatıyordum balkabaklarına. - Ne masalı? - Külkedisi Sinderella’nın masalını. - Balkabağının nasıl fayton olduğunu da anlattın değil mi? - Tabii ki anlattım.
Dinle
Bal Kabağın Masal Anlatan Kız
Bal gülüşlü Belis’in balkabaklarına masal anlatması çok hoşuma gitmişti. “Sen de bir masalın yahut bir hikâyenin kahramanı olmak ister miydin?” diye sordum. “Her insan, kendi hikâyesinin kahramanıdır zaten ama bir şiirin kahramanı olmak isterdim.” diye cevap verdi. Bu sevimli güzel kız hem masal hem de şiir gibiydi. “Kim bilir, belki bir şiirin kahramanı olursun.” diyerek ayrıldım yanından. Balkabağı tarlasını geçince bir şiir geldi ardımdan. Yapraklarını Rüzgâr sallıyor sandım Balkabağının Onu görünce Aa, dedim balkabağı Çocuk mu açmış ne! Meğer bal gülüşlü güzel kız Külkedisi Sinderella’nın Masalını anlatıyormuş Balkabağına Ah! Belis, İlham perim Artık kahramanı sensin Bu şiirin…
Dinle
Teknoloji Gelişiyor, Dünya Değişiyor
BİRAZ BİLİM Çok eski zamanlarda, teknolojinin hayatımıza bu kadar dâhil olmadığı dönemlerde pek çok şey bugünkünden çok daha farklıymış. Geçmişi merak edip araştıran amcaların, ablaların söylediğine göre telefonların, televizyonların, tabletlerin ve bilgisayarların henüz icat edilmediği dönemlerde iletişim kurmak hem çok zor hem de çok zaman alıcıymış. Bizler bugün dünyanın herhangi bir yerinde gerçekleşen bir olaydan saniyeler içerisinde haberdar oluyor; arkadaşlarımızla, akrabalarımızla veya sevdiklerimizle iletişim kurmak istediğimizde bunu kolaylıkla gerçekleştirebiliyoruz. Peki, ya geçmiş zamanda yaşayanlar? Onlar iletişim kurma konusunda bizim kadar şanslı değillermiş. Bizim gibi teknolojik araçlara sahip olamadıkları için iletişim kurmanın farklı yollarını arayıp durmuşlar. Yazının henüz bulunmadığı dönemlerde insanlar mağara duvarlarına çizdikleri resimlerle iletişim kurmaya çalışmışlar. Dumanla haberleşme yöntemi, eski zamanlarda başkalarını tehlikelerden haberdar etmek, onları davet etmek gibi mesajları göndermek için sıklıkla kullanılmış. Yazının bulunmasının ardından mesajlar posta güvercinleri aracılığıyla gönderilmiş. Devlet hizmetlerinde çalışan ulaklar karşı tarafa gönderilecek mesajları iletmek için aracılık görevini üstlenmişler. İletişim kurmamızı bu kadar kolaylaştıran teknolojik araçların doğru kullanılmadığında bizi ailemizden, arkadaşlarımızdan ve sevdiklerimizden uzaklaştırdığını söylesem gülersiniz değil mi? Ne yazık ki bu doğru. Pek çoğumuz teknolojik araçları eğlence aracı görüyor ve zamanımızın çoğunu onlarla geçiriyoruz. Kimi zaman bilgisayarın başından kalkmakta zorlanıyor ya da dijital telefonlarımızı bir türlü elimizden bırakamıyoruz. Sokakta, bahçede oynadığımız oyunlar giderek azaldı ve oyun alanlarımız da değişti. Grupça oynadığımız oyunların yerini, ekran başında tek başımıza oynadığımız oyunlar aldı. Bu da bizim arkadaşlarımızla kurmamız gereken iletişimimizin azalmasına neden oluyor. Sadece bu kadar da değil… Yemek yeme ya da uyku için gereken zamanı televizyon, tablet, bilgisayar, dijital telefon gibi araçlarla
Dinle
Teknoloji Gelişiyor, Dünya Değişiyor
geçirmek vücudumuza ciddi zararlar da veriyor. Mesela yeteri kadar uyuyamadığımız zamanlarda dikkatimizi toplamakta zorlanıyoruz. Sinirli olabiliyor, derslerimizi dinlemekte ve anlamakta güçlük çekiyoruz. Ekran başında biraz daha fazla kalmak için abur cubur yemeyi, şekerli gıdalar tüketmeyi veya ayaküstü bir şeyler atıştırmayı ne yazık ki alışkanlık hâline getirmekteyiz. Sağlıksız beslenme sonucunda aşırı kilo alabiliriz. Uzun süre ekran başında oturmak kamburumuzun çıkmasına, kas ve iskelet sistemimizin zarar görmesine neden olabileceği gibi aşırı ekran ışıkları göz sağlığımızın bozulmasına da neden olabilir. Bu yüzden doktorlar ekran karşısında uzun zaman geçirmeyi doğru bulmazlar. Teknoloji doğru kullanılmadığında sadece bizim için değil elbette büyüklerimiz için de oldukça zararlıdır. Bu yüzden büyük olsun, küçük olsun herkesin bu araçları kullanırken dikkatli olması gerekiyor. Peki, o zaman ne yapmalıyız? • Bilgisayar, tablet, akıllı telefon kullanırken ailemiz ile birlikte belirlediğimiz sürelerin dışına çıkmamalıyız. • Ailemizle geçirdiğimiz zamanı artırmalıyız. • Boş zamanlarımızı planlamalıyız. • Sosyal etkinliklere katılmalıyız. • Arkadaşlarımızla bir araya gelip oyunlar oynamalıyız. • Spora ve hobilere vakit ayırmalıyız. Nice oyunlu güzel yorgunluklarınız olsun, gönlümüz neşeyle dolsun! Mektup yazarak iletişim kurmak insanların en sık kullandığı haberleşme yöntemlerinden biri olmuş. 1835 yılında Samuel Morse tarafından icat edilen telgraf zamanının en popüler iletişim aracı hâline gelmiş. Graham Bell tarafından telefonun icat edilmesi haberleşmede çığır açmış, başkalarıyla iletişim kurmak telefon sayesinde son derece kolay hâle gelmiş. Günümüzde haberleşme araçları son derece gelişti ve yaygınlaştı. Neredeyse her evde bulunan televizyon, bilgisayar, internet, dijital telefon gibi araçlar sadece iletişim kurmamızı sağlamakla kalmadı, pek çok fonksiyonları ile yaşamımızın ayrılmaz bir parçası hâline geldi.
Dinle
İyilere Her Gün Bayram
İYİLERE HER GÜN BAYRAM B ir varmış bir yokmuş. Sevginin dolup taştığı, dostluğun Kafdağı’na ulaştığı bir orman varmış. Güneşin ışıkları, yaprakları sevgiyle okşarmış. Bu ilgiden başı dönen bazı yapraklar yere düşermiş. Burada bütün canlılar mutlu yaşarmış. Ne güzel, yaşayıp gitsinler, demeyin! Çünkü bu ormanda bir de ayı varmış. Nasıl mı? Nasıl olsun? Saygısız, kaba saba, diğer hayvanları hor gören bir hayvan… Bir sabah tavşanlar zıplıyor, sincaplar ip atlıyormuş. Kuşlar şarkı söylüyor, ağaçlar dinliyormuş. Esneyerek uyanan ayı, seslerden rahatsız olmuş. Homurdanarak yürümüş ormanın içine. - Kendini bilmezler, ne bu gürültü, diye bağırmış. Topladığı taşları rastgele etrafa atmaya başlamış. Tavşanlar susmuş, kuşlar şarkıyı kesmiş. - Ha şöyle, sessiz olun birazcık, demiş ayı. Sonra tavşanlara dönmüş öfkeyle. - Düğün değil, bayram değil; ne hoplayıp zıplıyorsunuz? Mutlu tavşan, - Allah’a şükür sağlığımız yerinde. Yüce Mevla bol bol yiyecek de vermiş… Bizim için her gün bayram, demiş zıplayarak. Ayı kaba bir kahkaha atmış. - Doğru dersin, “Deliye her gün bayram.” Artık bu saçmalığa bir son verin, deyip yürümüş tavşanın üzerine. Tavşan korkuyla kaçmış. Kahkahalarına devam eden ayı, - Korkak tavşan! Zoru görünce nasıl da kaçıyorsun! diyerek tavşanın peşine düşmüş.
Dinle
İyilere Her Gün Bayram
Ayı, paldır küldür koşarken bir çukura yuvarlanmış. Ne kadar uğraşsa da kendi çabasıyla çıkamamış oradan. - Yardım edin, diye haykırmış; kimse duymamış. - Aman, diye inlemiş; kimse derdine derman olmamış. En sonunda, - Allah’ını seven yardım etsin! Ayağım kırıldı, çıkamıyorum, deyince tavşan hareketlenmiş. Ağaçtaki uzun bir sarmaşığı koparıp bir ucunu ağaca bağlamış. Diğer ucunu da ayıya uzatmış. Onu gören ayı çok şaşırmış. - Sen, ama seni biraz önce… - O, biraz önceydi ayı kardeş. Şimdi durum değişti. Bizim için her gün bayram, demiştim ya! Bayramda herkesin mutlu olmasını isteriz. Kötülerin bile bu mutluluktan alacağı pay vardır, demiş. Bizim koca ayı yaptıklarından pişman olmuş. Tüm hayvanlardan özür dilemiş. Mutlu tavşan hoplayıp zıplayarak bir şarkıya başlamış: Ne üzüntü ne gam olsun, Ne kin ne intikam olsun; Kardeş kardeş yaşayalım, Her günümüz bayram olsun.
Dinle
Baba-Kız Bir Kahve Sohbeti
BABA-KIZ Bir Kahve Sohbeti “Baba, ben niye böyleyim?” Ben Mim Kemâl ÖKE, Nazlı Hilal’in babasıyım. Siz beni Türkiye’nin en genç profesörü olarak tanıyorsunuz. Belki de gazete ve televizyon hatta sosyal medyadan. Araştırmacı, yazar. Ama benim en sevdiğim etiketim “Nazlı’nın babası” olmak. “Babalık mesleğinin profesörü” dendiği vakit hoşuma gidiyor. Hele “engelli dostu” diye çağrılmak, koltuklarımı kabartıyor. Hayatım Nazlı’ya “endeksli.” Eğitimi, gelişimi derken şimdi eğlencesinde paydaşız. Korolara, spora gidiyoruz birlikte. Günün yorgunluğunu atmak için kahve molalarımız vardır. Kafeleri severiz. Siz de bizim “baba-kız sohbetimize” ortak olmak ister misiniz? Sütlü espresso severiz. Günün kahvesi olacak. İlk yudumlarımızı almıştık ki sordu Nazlı: “Baba, ben niye böyleyim?” “Bu soruyu bana daha önceden sormuştun kızım… Çok önceleri…” “Biliyorum… Hatırlatıyorum. Ne demiştin sen?” “Yani… Şey… Herkesin bir engeli ya da kısıtı olabilir. Bak benim saçım yoktu. Ektirdim. Gözlerim yakını göremiyor. Gözlük kullanıyorum. Kimi baston kullanır mesela… Seninki de…” “Benimki de…” “Öyle bir şey…” “Nasıl bir şey? Benim neyim eksik?” “Bilakis, fazlan var. Artı bir kromozom. Down sendromlular böyle…” “Bunu daha önce, yıllar önce de söylemiştin baba. Ben de dinledim. Kabullendim. Peki, sen benim ‘engelli’ olduğumu kabullendin mi?” “Bu ne biçim söz kızım…” “Hayır, hep yanımdaydın. Uğraştın, beni ‘normal’/sıradan insanlar arasına katmaya çalıştın. Teşekkür ederim.” “Konuyu değiştirsek mi Nazlı? Koroda son geçtiğimiz ilahiyi sevdin mi?” “Bir dakika baba… Sen beni hep kendi tarafına çekmeye çalıştın. Hiç bizim de bir dünyamız olduğunu düşünmedin. O dünyayı, benim dünyamı, benim gözlerimle görmeye çalışmadın.” “Bizim tarafta daha mutlu olacağını düşünmüştüm. Seni engelliler dünyasından çıkarmak sandım görevimi, sorumluluğumu…” “Şimdi tekrar soruyorum baba. Ben niye böyleyim?” “Bak kızım; artık büyüdün, ortaokulu bitirdin. Şimdi beni daha iyi anlayabilirsin. Down sendromu bir hastalık değil; durum, hâl mi desek?” “Boşuna anlatma baba. Down sendromlu olan benim. Biliyorum ben kendi hâlimi. Ama sen?” “Ben?” “Sen, babacığım, sen evet; sen niye böyleyim onu gerçekten biliyor musun?” “Kızım…” “Babam… Ben sana, ben niye böyleyim diye sorarken merakımı gider amacını gütmüyordum. Sen anladın mı benim niye böyle olduğumu diye senin düşünceni öğrenmeye çalışıyordum. Çünkü, itiraf et baba. Kavrayamamıştın…” “Diyorum ya kızım, sen benim hocam, Şems’im oldun diye. Eee, anlat bakalım.”
Dinle
Baba-Kız Bir Kahve Sohbeti
“Allah defolu mal yaratır mı?” “Yaratmaz kızım.” “O zaman biz özürlü mal, ürün değiliz. Vardır bir hikmeti… Öyle değil mi? “Haklısın kızım, ben bunu hiç aklıma bile getirmemiştim.” “Oldu mu baba? Sen insan ve toplum bilimleri profesörüsün. İnsan… Toplum… Peki baba, insan nedir?” “Beden der bazı filozoflar, cisim yani. Kimi akıl der.” “Peki baba, ruh?” “Zor konular Nazlı’m bunlar…” “Ruhu nasıl tanımlarsın baba?” “Vicdan mı desek, senin anlayacağın tarzda…” “Vicdan nedir baba?” “İnsan’lık!” “İşte, benimle yaşamak seni daha insancıl kıldı mı baba?” “Kesinlikle…” “O zaman insan buymuş, değil mi? Bizden öğrendin, bir engelliden…” “Hiç böyle düşünmemiştim.” “Bizim taraftan bakınca dünyada insanları görmeye başlarsın baba. İnsan olursun. O nedenle hep çitin bizim bulunduğumuz yanına geçmeni söylüyordum sana.” “Yaa, evet sen bana öğrettin insan ne imiş…“ “Ya toplum?” “Nasıl yani?” “Baba, hatırlıyor musun, ortaokulu bitirmiştim. Engelimi -senin tabirinle- yenmiştim. Aşmıştım. Ama toplumun bana o şaşkın, küçümseyici bakışları beni yormuş, üzmüştü. Evden çıkmak istemedim. Kendimden nefret ettim. Bunalıma girdim. Ve sen o günlerde beni mutlu etmek için müzik terapiye başlatmıştın. Ne diyordun toplum için?” “Medeni olmak lazım. Engellilerle kaynaşmak bir medeniyet ölçütüdür.” “Bunu da kavramak için biz mi olmalıydık illa ki!” “Nazlı’m… Nazlı Hilal’im benim. İsmini ‘İstiklâl Marşı’mızdan aldığım biricik kızım, ne kadar haklısın. Doğru ya… Şimdi, küreselleşen dünya diyoruz. Toplumsal sorun, barış içinde bir arada yaşama, farklılıklara rağmen kucaklaşabilme… Biz bilim insanları bunun yolunu bulmaya çalışıyoruz. Evet, engellilik belirgin bir fark. Onu benimsemek, saygı duymak, sorumluluğunu üstlenmek… Medeniyet bu işte…” “Babam… Sen beni hep yaralı ceylanım diye severdin. O türküyü dinledikçe gözlerinden yaşlar akar. Ben yaralı ceylanım, yaralı ceylan…” “Hayır kızım, sen yaralı ceylan değilmişsin. Benmişim o. Sen yararlı ceylanmışsın… Beni aydınlatan…” “İnsanı, toplumu, ilmini, kendini buldun değil mi babam?” “Bana ayna tuttun. İçimi gördürdün.” “Daha iyi bir profesör oldun.” “Artık görebiliyorum. Yaradılış. Farklılığın bir zenginlik olduğunu… Tarihin medenileşmeye doğru bir akış olması gerektiğini… Düşünce kadar duyguların da aydınlatılması gereğini… İnsanın kalite belgesinin makamda, mevkide, parada değil, yüreğinde bulunduğunu…” “Mutlu musun?” “Çoook, kızım, çok.” “Sahi mi?” “Seni çok seviyorum kızım. İyi ki varsın. İyi ki böyle doğdun.” “Baba, sen sadece benim değil, engellilerin de babası oldun. Ritim sınıfında herkes seni ne kadar çok seviyor. Kıskanıyorum ama…” “Kıskanmaaa… Evet, ne eğleniyoruz değil mi, davul çalarken, ritim tutup şarkı söylerken…” “Baba?” “Evet, kızım.” “Ben niye böyleyim?” “Benim için! Benim başkalarına dokunabilmem için. Kendi yaratılış masalımı-mitolojimi-anlamımı bulmam için.” “Baba… Seni çok seviyorum.” “Bir kahve daha içer misin?”
Dinle
Merve'nin Kanalı
Merve’in Kanalı Merhaba Arkadaşlar! Ben Merve. Kanalıma hoş geldiniz. Bu gün sizlere vahşi vahşi dinazorları tanıtacağım. Karşınızda Spinozor! Kendisi devasa bir otobur. İştee… Göklerde uçan Teruzor. Dikkatli olun! Korkunç Trinozor Rex geliyoor. Veee… Üç boynuzlu otobur Triceratops! Peki diğerleri nerede? Bulamıyorum ! HAYIIIR! MERTSAURUS, yayındayım YAPMAA!!!
Dinle
Renklerin Dünyası
Renklerin Dünyası Merhaba sevgili arkadaşlar, İçinizde beni tanımayan yoktur herhâlde... Ama yine de size kendimi tanıtayım. Benim adım Tavus Kuşu… Doğadaki en süslü hayvan olarak bilinirim. Kuyruğumda bulunan rengarenk tüyler bana bu unvanı kazandırdı. İçerisinde aklınıza gelebilecek bütün renklerin bulunduğu bu tüyler sayesinde hem çok beğenildim hem de büyük bir üne kavuştum. Öyle ki dünyanın her tarafında insanlar, benim tüylerimi görebilmek için sık sık ziyaretime gelirler. Ben de onları geri çevirmem tabii ki. Kuyruklarımı iyice açar, onları selamlarım… Rengârenk tüyler demişken aslında biliyor musunuz tüylerimin hepsi sadece üç farklı renkten oluşuyor: Sarı, kırmızı ve mavi… Çok şaşırdığınızı ve “Nasıl yani!” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Evet, evet… Yanlış anlamadınız beni. Sadece üç renk… Çünkü doğada aslında sarı, kırmızı ve mavi olmak üzere üç tane renk vardır. Siz bunlara “ana renkler” diyorsunuz. Diğer renklerin tümü ise bu renklerin karışımı sonucunda ortaya çıkıyor. Nasıl olduğunu görmek ister misiniz? Öyleyse benim tüylerimi önce ana renklerle boyamalısınız. Sonra diğer renklerin nasıl oluştuğunu da göstereceğim. Bu arada size bir ipucu vereyim. Eğer boyama işlemlerini sulu boya ve guaş boya ile yaparsanız renklerin oluşumunu daha kolay gözlemleyebilirsiniz. Harika… Tüylerimi ana renklerle boyadınız. Şimdi sıra geldi diğer renklerin nasıl oluştuğunu keşfetmeye… Sarı ile kırmızının birleşiminden hangi rengin oluştuğunu aşağıdaki tüyü önce sarıya sonra kırmızıya boyayarak görebilirsiniz. Sarı ile kırmızının birleşiminden “turuncu” rengin ortaya çıktığını gördünüz değil mi?
Dinle
Renklerin Dünyası
Sarı ile mavi birleşiminden hangi rengin oluştuğunu merak ediyor musunuz? Haydi, öyleyse deneyip görelim. Aşağıdaki tüyü önce sarıya, sonra maviye boyayalım. Sarı ile mavi birleşiminden “yeşil” rengin ortaya çıktığını gördünüz değil mi? Peki, ya kırmızı ve mavi renkler birleşirse hangi renk oluşur? Görmeye hazır mısınız? O hâlde aşağıdaki tüyü önce kırmızıya, sonra maviye boyayalım. Kırmızı ile mavi birleşiminden “mor” rengin ortaya çıktığını gördünüz değil mi? Sizler ana renklerin karışımıyla oluşan bu renklere “ara renkler” diyorsunuz. Bir de bunun yanı sıra benim kuyruğumda var olan ve sizlerin de doğada birçok yerde gördüğünüz sarı, kırmızı ve turuncu gibi dikkat çekici renkleri “sıcak renkler”, mavi, yeşil, mor gibi sizde ferahlık hissi uyandıran renkleri de “soğuk renkler” diye adlandırıyorsunuz. Kuyruğumda bulunan tüm renklerin aslında sarı, kırmızı ve mavinin birleşmesinden oluştuğuna inandınız değil mi? Haydi, öyleyse tüylerimi bu renkleri farklı miktarlarda karıştırarak yeniden rengârenk yapın ve beni eski güzelliğime kavuşturun. Şimdilik hoşça kalın. Hayatınız hep renkli olsun…
Dinle
Eğlence Zamanı
BİL BAKALIM Yattım yumuşak Uyudum sıcak sıcak, yatak. Laka laka ağlar Ama durmaz, şelale. Hangi kaba su konmaz?, ayakkabıya. Hangi top zıplamaz?, kartopu. Hangi yapraklar sonbaharda dökülmez?, defter yaprakları. Karada bayılır, Suda ayılır. Balık. Armudun iyisini yiyene ne denir?, afiyet olsun. Kolaysa Söyle - Şu yoğurdu sarımsaklasak da mı saklasak, Sarımsaklamasak da mı saklasak? Kartal kalkar dal sarkar, Dal sarkar, kartal kalkar. Şu köşe yaz köşesi, Şu köşe kış köşesi, Ortada su şişesi. Mani Derslerini seversin, Çok zeki, bilgilisin, Biraz daha çalışırsan Kesin hep birincisin.
Dinle
Fıkralar
SORMAKTAN ZARAR GELMEZ Ayşe babasına sorar. -Babacığım, uzaya ilk çıkan astronot kimdir, biliyor musun? - Bilmiyorum kızım. - Uzayda kaç gezegen var? - İnternetten ara kızım. - Mısır’ın başkenti neresidir? - Unutmuşum kızım. - Baba, havalar güzel olduğunda gökyüzünün rengi neden başka renk değil de mavidir? - Araştırmak gerek kızım. - Babacığım, sorularımla seni sıkıyor muyum yoksa? - Hiç öyle şey olur mu kızım! Sor, sor ki öğrenesin. AHMET BULDU Bir gün sosyal bilgiler dersinde, öğretmen Ahmet’i tahtaya kaldırır. Tahtanın yanında asılı duran Dünya haritasında Amerika’nın yerini bulmasını ister. Ahmet de, şıp diye, elini Amerika’nın üzerine koyar. Öğretmen bu kez bütün sınıfa döner ve: “Söyleyin bakalım çocuklar. Amerika’yı kim buldu?” diye sorar. Sınıf hep bir ağızdan cevap verir: “Ahmet buldu öğretmenim! Ahmet buldu!” İNANMIYORSANIZ ÖLÇÜN “Nasreddin Hoca’nın komşuları Hoca’yı sıkıştırmak için; “Hocam, sen bilgili adamsın. Bize dünyanın merkezinin neresi olduğunu söyleyebilir misin?” derler. Hoca şöyle bir düşündükten sonra; “Benim durduğum yer...” diye cevap verir. Bunun üzerine komşular gülüşerek; “Hoca Efendi, bu nasıl cevap?” derler. Hoca, hiçbir şey olmamışçasına komşularına; “İnanmıyorsanız, ölçün.” Der. TEMİZLİK Hayat Bilgisi dersinde öğretmen soru sorar: - Evimizi niçin temiz tutmalıyız çocuklar? Yusuf hemen parmak kaldırıp cevaplar: - Aniden misafir gelirse ayıp olur diye öğretmenim.
Dinle
Bilgin Dede
BİLGİN DEDE Merhaba Çocuklar, Benim adım Bilgin Dede. Sizlerle tanışmak için sabırsızlanıyorum. Ben her şeyi bilirim. Şeyyy, bazen bilemediğim şeyler de oluyor tabii! Böyle zamanlarda kitaplarımdan bilmediğim konuyu hemen araştırıyor ya da bilen birine soruyorum. Soru sormayı çok severim. Çünkü soru sormak öğrenmenin en kolay yoludur. Seninle tanışabilmemiz için önce bana adını yazman gerek. Haydi, bana adını ve soyadını yaz. Adım Soyadım: ........ Adınla yaşa! Sana adını soran büyüklerinden “Adınla yaşa!” cümlesini daha önce duydun mu? Eğer duymadıysan sana az önce söyledim. Bazen insanlar konuşurken bir durum karşısında bir çırpıda söylenen ifadeler kullanır. Bunlara “Kalıp İfadeler” denir. Öksürürken veya hapşırırken; - Ağız ve burun tek kullanımlık kâğıt mendil ya da mendil yoksa kolun iç kısmı ile kapatılmalıdır. - Kâğıt mendil bir kez kullanıldıktan sonra çöp kutusuna atılmalı ve eller yıkanmalıdır. - Korona günlerini yaşadığımız şu günlerde çevremizdeki insanlarla aramızda en az bir buçuk metre sosyal mesafe bırakılmalı ve maske kullanılmalıdır. Peki, insanlar hapşıran kişiye genellikle hangi kalıp ifadeyi kullanır? Haydi, aşağıya yaz. Hatırlaman için sana ipucu verdim, sadece boşlukları doldur. Haydi, sen de aşağıdaki durumlara göre kalıp cümleleri tamamla. Çalışan birini görünce: K_l_y gelsin! Hasta olan birine: G_çm_ş olsun! Uyanan birine: G_n_yd_n! Uyamak üzere olan birine: _y_ geceler! Oyunu kazanan birine: T_br_k ederim.
Dinle
Bilgin Dede
Her ne kadar “Bilgin Dede” olsam da kendimi oldukça genç hissediyorum. Çünkü “Öğrenmeyi bırakan kişi yirmisinde de, sekseninde de olsa yaşlıdır.” demiş Henry Ford. Ben de yeni şeyler öğrendiğim için daima genç kalıyorum. Bu özdeyiş (vecize) her zaman kulağıma küpe oluyor. Özdeyişleri de konuşurken ya da bir yazı yazarken kullanmayı çoook severim. Çünkü özdeyişler bir konu üzerine en çok bilinmesi gereken şeyi birkaç sözcükle ve çarpıcı bir biçimde anlamamı, anlatmamı sağlıyor. Haydi, sen de aşağıdaki özdeyişi tamamla ve Ata'mızın bu sözle ne anlatmak istediğini iyice düşün. S_n_ts_z k_l_n b_r M_ll_t_n h_y_t d_m_rl_r_nd_n b_r_ k_pm_ş d_m_kt_r. (Mustafa Kemal Atatürk) Resim yapmayı seviyor musun? Peki ya ressam olmak ister misin? Sakın unutma; ressam olmak için düzenli çalışmalısın. Ödevlerini asla biriktirme yani. Bugünün işini yarına bırakma. Atalarımız "Ne ekersen onu biçersin." demiş. Şimdiden düzenli çalışmaya başlarsan ileride ünlü bir ressam olabilirsin. Bu konuda öğretmenlerinden yardım al. Ne de olsa "Yalnız taş, duvar olmaz." Öğretmenlerinin iş birliğiyle hem gelecekte gerçekleştirmek istediğin hayallerine ulaşman kolaylaşır hem de hayallerine ulaşmak için nasıl çalışman gerektiğini öğrenebilirsin. "Danışan dağı aşmış, danışmayan düz yolda şaşmış." diye boşuna söylememiş atalarımız. Bu atalarımız da ne güzel söylemiş! Renkli yazılan söz gruplarına dikkat ettin mi? Bu söz gruplarına atasözü denir. Haydi, şimdi az önce söylediğim atasözlerini anlamlarına göre tamamla.. Bilmediği şeyi bir bilene soran, en zor işlerin bile üstesinden gelir; sormayan ise güçlükler içinde yuvarlanır gider: "Nasıl davranırsan öyle karşılık görürsün." "Yapılması gereken bir işi sonraya bırakmak iyi değildir." Nasıl bir tek taş ile duvar örülmezse insan da tek başına önemli bir işi başaramaz, Sen bu işi öğrendin. Sen de yeni öğrendiğin ve çok sevdiğin “kalıp cümleleri kullanarak bir hikâye yaz. Bize yolla, paylaşalım. Hoşça kal...
Dinle
Sizin Sesiniz
Hayatı bırakma Cıvıl cıvıl kuşlar neşelendiriyor, ırmaklar, tüm doğa neşeleniyor, çiçekleşiyor heryer. çocuklar eğleniyor ödevler açılıyor başlıyor okullar, çocuklar koşuyor öğrenmeye haydi dünya. Biraz daha neşelen hayata. Yusuf Kutlu Ankara Sofuoğlu İlkokulu öğrencisi
Dinle
Cik Cik
CİK CİK Kuşları çok seven Yağmur, evden dışarıya her çıktığında gökyüzüne bakar, ağaçlardaki kuşların sesini dinler, kuşlara su ve yem verirdi. Bunu alışkanlık hâline getirmişti. Annesi “Yağmur, kızım! Hadi gel, yemek hazır!” diye çağırdı. “Tamam anneciğim, sularını koydum kuşların, biraz da yem atayım geliyorum.” Kuşlar yemlerini yerken, “Anneciğim, ben de sofra bezini şuraya serip kuşlarla birlikte yemeğimi yiyebilir miyim?” diye sordu Yağmur. Annesi de “Tabi ki yiyebilirisin, neden olmasın güzel kızım.” dedi. Yağmur yemeğini büyük bir iştahla yerken “Cik, cik!” diye acı bir ses duydu. Sesin geldiği yöne doğru döndü. Bir de ne görsün? Yerde kanadı kırık bir serçe. Acı çekiyordu. Cik cik sesinden yardım istediği anlaşılıyordu. Hemen annesine seslendi. Annesi geldi. Serçeyi alarak eve götürdüler. Serçenin kırık kanadını sardılar. Karnını doyurdular. Birkaç gün evde bakım yaptılar. Yağmur, bu yeni arkadaşının adını Cikcik koydu. Her gün müzik dinler gibi serçenin sesini dinledi. Onun sesiyle uyudu, onun sesiyle uyandı. Serçe, hâlinden ve gördüğü ilgiden çok memnundu. Minik serçe günler sonra evin içinde uçuş denemeleri yapmaya başladı. Yağmur’un annesi serçenin iyileştiğinden emin olduktan sonra “Yağmurcuğum, artık Cikcik’i doğaya salmamız gerekiyor.” dedi. Yağmur buna çok üzülse de itiraz etmedi. Çünkü biliyordu ki kuşlar ancak doğada rahat eder. Cikcik’i doğaya saldılar. Ama Cikcik, Yağmur’a çok alıştığından uzaklara gitmedi. Onların bahçesindeki salkım söğüdün dalına kondu. Konduğu dala örme yuva yaptı. Böylece Yağmur’la arkadaşlığı devam etti. Beyzanur Turan İstanbul Sancaktepe Muhsin Yazıcıoğlu İmam Hatip Ortaokulu öğrencisi
Dinle
Şu Acayip Hayvanlar
Şu Acayip Hayvanlar
Dinle
Arkadaş Şiiri
ARKADAŞ Yere düşsem, elimden Tutup da kaldırırsın Sevginin deryasına Dalarsın, daldırırsın Hiç çevirmez yüzünü Ayırmazsın gözünü Vefasızlık sözünü Defterden sildirirsin Kara günde dost olur Hem dostuna post olur Bin niyazla mest olur Ağlarsam, güldürürsün
Dinle
Uzun İnce Yolda Bir Dost : Aşık Veysel
UZUN İNCE YOLDA BİR DOST ÂŞIK VEYSEL Bazı insanlar yaşarken de öldükten sonra da unutulmazlar. Hayatta iken belki de pek çok sıkıntı ve zorluk görmüşlerdir. Bazen kızmış, üzülmüşlerdir. Umutsuzluğa kapıldıkları da olmuştur. Ama tüm bu yaşadıkları, insanlara güzel bir miras bırakmaya engel olmamıştır. Velev ki engelleri bulunsa bile… Çünkü engelli olmak; yaşarken güzel işler yapmaya, okumaya, yazmaya, çizmeye, eser ortaya koymaya asla engel değil. Spor yapmaya, bilimsel buluşlar yapmaya engel değil. Sanat yapmaya engel değil. Şarkı türkü söylemeye, sazın tellerine ahenkle dokunmaya, herkesi hayran bırakan besteler yapmaya engel değil. Tıpkı Âşık Veysel gibi… Âşık Veysel ülkemizin yetiştirdiği büyük halk ozanı... Yedi yaşında çiçek hastalığına yakalandı. O zamanlar tedavi imkânları kısıtlıydı. Bazı hastalıklar ciddi izler bırakıyordu. Küçük Veysel de maalesef iki gözünü kaybetti. Gözlerini kaybetti ama azmini kaybetmedi. Hayata olan bağını yitirmedi. Allah’ın verdiği yeteneklerini köreltmedi. Babasının da desteği ile on yaşından itibaren ustalardan özel dersler aldı. Kısa zamanda kendini gösterdi. Sazı güzel kullandığı anlaşıldı. Sadece sazı değil gönlünü de devreye koydu. Hem eliyle, hem diliyle hem de gönlüyle söyledi. O söyledi Sivas dinledi. O söyledi Anadolu dinledi. O söyledi Türkiye dinledi. O söyledi Dünya dinledi. Âşık Veysel artık sadece Sivas’ın ozanı değildi. Türkiye’nin Âşık Veysel’i idi. Anadolu’yu karış karış gezdi, dolaştı. İnsanlarla buluştu. Bazen hüzünlü, bazen neşeli, bazen de düşündürücü sözler söyledi. Gönüllerde yer etti. Coşturdu dinleyenleri. Ders verdi, öğrenci yetiştirdi.
Dinle
Uzun İnce Yolda Bir Dost : Aşık Veysel
Hikmet ve irfanla yoğrulmuş, birleştirici, sevgi dolu, milletimizin kültürünü içeren şiirler yazdı. Yüreklerimizi titreten besteler yaptı. Tüm bunları yapmak kolay değildi elbette. Görmeyen gözleri, sınırlı maddi imkânları ile hayata tutundu. Mücadele etti. Zor olanı başaracağını gösterdi. Sevda ve sevgi olmasa güzelliğin on para etmeyeceğini söyledi. Hayatın tuzaklarına karşı “felek”e mesajlar verdi. Kendisini anlamayan, destek çıkmayan dost görünümlülere karşı, benim sadık yârim, kara topraktır dedi. Tüm ayrımcılıklara, bölücülüklere karşı beni hor görme tavsiyesinde bulundu. Yerinde durmadığını, gece gündüz hep bir çaba ve gayret içinde olduğunu, uzun ince bir yolda zorlukların olduğunu hatırlattı. Dünyada karşılaştığı zorlukları bir dereyi dolduracağını sızlanarak söyledi ama karamsarlığa kapılmadı. Ve dostlar beni hatırlasın dedi. Biz de onu unutmadık. Seni seviyoruz büyük dost. Ruhun şâd, mekânın cennet olsun. DOSTLAR BENİ HATIRLASIN Ben giderim adım kalır Dostlar beni hatırlasın Düğün olur bayram gelir Dostlar beni hatırlasın Can kafeste durmaz uçar Dünya bir han konan göçer Ay dolanır yıllar geçer Dostlar beni hatırlasın Can cesetten ayrılacak Tütmez baca yanmaz ocak Selam olsun kucak kucak Dostlar beni hatırlasın Ne gelsemdi ne giderdim Günden güne arttı derdim Garip kalır yerim yurdum Dostlar beni hatırlasın Açar solar türlü çiçek Kimler gülmüş kim gülecek Murat yalan ölüm gerçek Dostlar beni hatırlasın Gün ikindi akşam olur Gör ki başa neler gelir Veysel gider adı kalır Dostlar beni hatırlasın.
Dinle
Zaman Durunca
ZAMAN DURUNCA İpek misafirliğe gittiği evdeki arkadaşı Gülce ile evcilik oynuyordu. Gülce henüz çok küçük olduğu için paylaşmayı bilmiyordu. Bebekle hep kendisi oynamak istiyor, İpek’e hiç vermiyordu. “Ama anne ben de bebekle oynamak istiyorum.” diye İpek onu annesine şikâyet etti. Annesi “Gülce daha çok küçük, bırak oynasın” dedi. İpek yüzünü asarak oynayacak başka bir şey buldu kendine. Az sonra annesi yanlarına gelip “İpekçiğim, artık eve gideceğiz. Oyununuzu bitirin.” dedi. İpek huysuzlandı: “Olmaz anne!” dedi. “Biraz daha oynamak istiyorum ama...” “Peki.” dedi annesi. “Yarım saat daha oynayın, sonra gideceğiz.” “Yarım saat ne kadar?” dedi İpek. Annesi “Çok.” dedi. “Haydi oynayın, birazdan yarım saat bitecek.” Yarım saat geçti. Annesi içerden İpek’e seslendi. “Haydi gidiyoruz.” dedi. İpek “Üff!” dedi. “Yarım saat ne kadar çabuk geçti? Keşke zaman hiç geçmeseydi. Hep öyle dursaydı.” Ve zaman durdu. Zamanla birlikte her şey durdu. İpek annesinin yanına gitti. Annesi oturduğu yerde öylece hareketsiz duruyordu. İpek salonda oturan öteki konuklara da baktı. Hepsi hareketsizdi. Annesini dürttü ama annesi kımıldamadı. Konuk teyzeleri tek tek dürttü ama onlar da kımıldamadılar.
Dinle
Zaman Durunca
Kalbinde zerre kötülük yok. Evimize misafir gelse veya çarşıya gezmeye çıksak herkese el sallıyor, selam veriyor. “Merhaba, merhaba!” sözleri sevimliliğiyle kucaklaştığında insanların ona kayıtsız kalması mümkün olmuyor. Seviyor, seviliyor. Zira insan sevdikçe sevilir… Muhammed Ali de öyle. O, bizim için hayatın anlamı. En özelimiz ve en güzelimiz… Allah’ın bize en güzel emaneti… Sevimliliği, saflığı, sıcaklığıyla neşemiz… O büyüdükçe biz büyüyoruz… O bizim canımız, oğlumuz… Muhammed Ali’mizi dahası tüm Muhammed Alileri çok seviyoruz… Yüzleri daima gülsün, bahtları ve gönülleri açık olsun…
Dinle
Porsuk Ağacı
ZEYNEP’İN DOĞA GÜNCESİ PORSUK AĞACI Zeyneplerin güzel bir karavanı vardı. Onunla doğa gezisine çıkarlar ve istedikleri yerde konaklarlardı, en azından tatil günlerinde. O gün de tatil günüydü ve Gümeli Tabiat Alanı’ndaydılar. Aylardan ekimdi, hava epey soğuktu. Rüzgâr uğulduyor, ağaçların dökülen yapraklarını uçuşturuyordu. Zeynep montunun şapkasını başına çekti. Babasıyla birlikte, birkaç ay önce yerleştirdikleri fotokapanı bulmak üzere ormanın derinliklerine doğru ilerlediler. Fotokapanlar yabani hayvanların görüntülerini kaydetmeye yarardı. Meraklı ceylanların, şaşkın ayıların ve komik tilkilerin görüntülerini… Zeynep’in babası zoologdu ve işi, yabani hayvanları gözlemekti. Bu yüzden de belirli aralıklarla ormana fotokapanlar yerleştiriyordu. Zeynep de görüntülendiklerinden habersiz, oradan oraya koşturan hayvanları izlemeye bayılıyordu. Ancak o gün Zeynep’in dikkatini başka bir şey çekti. Tam da fotokapanı buldukları yerde binlerce kırmızı boncukla süslenmiş gibi duran, yemyeşil bir ağaç vardı. Zeynep kırmızıdan turuncuya, kahverengiden sarıya çalan renklerle bezeli ağaçların arasındaki bu capcanlı güzelliğe yakından bakmaya gitti. Ağacın dallarından kuş sesleri yükseliyordu ve bazı dallar yere kadar eğilmişti. Zeynep, bitki ressamlığı yapan annesi için küçük bir dal kopardı.
Dinle
Porsuk Ağacı
Babasının yanına döndüğünde, “Bak!” diye seslendi ona, “Annem için güzel bir dal buldum.” Babası dalı görür görmez çok değerli fotokapanını elinden düşürdü. Telaşla Zeynep’in yanına koştu, “O kırmızı meyvelerden yemedin değil mi kızım?” diye sordu. “Tabii ki de yemedim!” dedi Zeynep şaşkınlıkla, “Kim ormanda bulduğu ve ne olduğunu bilmediği bir meyveyi yer ki?” “Elindeki porsuk ağacı dalı!” dedi rahatlamış görünen babası, “O kırmızı meyvelerin çekirdekleri çok zehirlidir.” “Ama kuşlar onları yiyordu!” dedi Zeynep endişeyle. “Kuşlara bir şey olmaz, merak etme!” dedi babası, “Zaten zehirli olan kısım çekirdeğin sert kabuğunun altında. Kuşların midesi, çekirdeğin kalın kabuğunu öğütemiyor, bu sayede zehirden hiç etkilenmiyorlar. Ayrıca tohumu başka yerlere taşıyıp yeni ağaçların oluşmasını sağlıyorlar. Söylediğim gibi insanlar için zararlı.” “Ağaç diken kuşlar!” dedi Zeynep gülümseyerek, “Ne hoş…” Zeynep ve babası porsuk ağacı dalı ile karavanlarına döndüler. Annesi resim malzemelerini masaya yaydı. O, dalın resmini yaparken Zeynep ve babası dünyanın en yaşlı porsuk ağacını görmeye gittiler. Döndüklerinde annesi çizimini bitirmişti ve resminin altına “Taxus baccata” yazmıştı. TAXUS BACCATA L. Porsuk bitkisinin Türkiye’de nesli tükenmektedir ve yer yer korunmaya alınmıştır. Zonguldak, Bartın ve Karabük yörelerinde 20-35m boylarında Porsuk ağaçlarına rastlanmaktadır. Kırmızı meyvesinin etli bölümü dışında bitkinin tüm kısımları zehirlidir. 4115 yaşında olan ve Zonguldak’ın Alaplı ilçesi Gümeli beldesinde bulunan Gümeli Porsuğu ise dünyanın en yaşlı porsuk ağacı ve Türkiye’nin de en yaşlı ağacı unvanına sahiptir.
Dinle
Biricik Soru Binbir Soru
BİRİCİK SORU BİNBİR CEVAP Erdal Çakır, şair. Erzincan’da başlayan okul hayatını, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezuniyetiyle noktaladı. Bir çok şiir kitabı var. Ankara’da ikamet etmekte. Biricik soru sorduk, binbir cevap aldık. Erdal ağabey, şiir değil konumuz. Konumuz şiir dolu çocukluğumuz. Okulunuzu anlatır mısınız, hiç kitap kokusu duydunuz mu? Benim okul hikâyem, Erzincan’ın merkez köylerinden Başpınar, diğer adıyla Büyük Köşünker Köyü’nde başlar. Şehre altı kilometre uzaklıkta, ulu bir dağın yamacındadır köyümüz. Doğal olarak yazlar kurak ve sıcak, kışlar soğuk ve (kar) yağışlıdır. Her gün nöbetleşe bir öğrencinin evinden getirdiği odunlarla ısınırdı tek derslikli okulumuz. Birinci ve beşinci sınıflar da dâhil, toplam yirmi sekiz öğrenciydik. İkinci ve üçüncü dersler arası verilen teneffüste Amerikan süt tozundan mamul sütümüzü, yine her gün ayrı bir öğrencinin evinden getirdiği peksimetler eşliğinde içer ve dersimize girerdik. Okul, benim için ilk sınıfın ilk gününden itibaren kutsal bir mekânı, okul hayatım da kutsal bir zamanı ifade etti hep. Soğanların tarlalardan söküldüğü, cevizlerin çırpıldığı bir zamana denk gelirdi okulun açıldığı günler. Bütün bir yaz iple çekerdim o günleri. Anmadan geçemeyeceğim bir ayrıntıdır okulumuzun bahçesindeki kocaman ceviz ağacı. Nedense bana çok ulu gelirdi. Gölgesinde, hele de eğitim yılının ilk gününde öyle tek başıma durup oynayan arkadaşlarımı ve çevreyi seyretmekten tarifsiz bir haz duyardım. O gölgeye de bir kutsallık atfettiğimi sonraki yıllarda anlamıştım.
Dinle
Biricik Soru Binbir Soru
Nafiz öğretmenimiz okulumuzun tek öğretmeniydi. Son derece ciddi, mesleğine düşkün, öğrencilerine bir şeyler vermek için çırpınan bir eğitim neferiydi. Biraz korkmakla birlikte kendisini ilk tanıdığım günden itibaren çok sevdim. O da beni severdi. Belki de en sevgili öğrencisiydim. O tarihlerde de bugün olduğu gibi okul kitapları ücretsiz bir şekilde öğrenciye ulaştırılırdı. Eğitim yılının başlamasından bir hafta on gün evvel bütün sınıfların kitapları köye getirilerek öğretmenimize teslim edilirdi. İlk sınıfı bitirip de ikinci sınıfa başlayacağım yıl ve onu takip eden yıllarda kitapların geleceği günü heyecanla beklerdim. Gününden evvel her gün okula gider, öğretmenimizi bir şekilde bulur ve kitapların gelip gelmediğini sorardım. Bu, artık bir tür oyuna dönüşmüştü aramızda. Bazen beni uzaktan görür, tebessüm ederek kafasını “Hayır.” anlamında sallar bazen “Gelmedi.” diye seslenir bazen de “Gel, gel!” diye heyecanıma ortak olurdu. Birkaç gün üst üste sorup da olumsuz cevap aldığım günlerin ertesiydi. Biraz da çekinerek okulun kapısından içeri girdiğimde öğretmenimi bir masanın üstüne koyduğu sandalyede ahşap dersliğimizin tavanında oluşan çatlakları eliyle sıvarken buldum. Elleri çamurluydu. Beni görünce, hafif çatık kaş ama belli etmemeye de çalıştığı memnun bir yüzle “Gel bakalım başımın belası!” dedi. “Ellerim çamurlu, buradan beni aşağıya da indirme, senin kitaplar şunlar, al ve git!” Nasıl aldım, nasıl gittim hatırlamıyorum. Deliler gibi hepsinin sayfalarını tek tek nasıl çeviriyordum! Her sayfanın kokusunu ciğerlerimin en derin noktasına yerleştirmeye çalışarak koklamış, koklamıştım. Abartısız, bir cezbe hâliydi sanki bu. Bugün elime aldığım her kitapta, çamurlu elleriyle öğretmenimin “Gel bakalım başımın belası!” diyen o mübarek sesini, içten içe beni sevdiğinden emin olduğum o mübarek 'çatık kaş'ını hatırlar,çamurlu ellerini minnetle öper, rahmetle yad ederim.
Dinle
Yunus Emre
TÜRKÇE’NİN KALEMLERİ YUNUS EMRE Adım Yunus Emre. Ben, Anadolu’nun çok zor yıllarında, 1240’ta Eskişehir Sarıköy’de doğdum. Haçlı saldırıları, Moğol işgali ve iç karışıklıklar bu toprakları bir savaş, kavga, düşmanlık yurdu hâline getirmişti. Bu acıları derinden yaşadım. ** Köyümdeki ilköğrenimden sonra Konya’da eğitim gördüm. Bilgilerim arttıkça doğru nedir, yanlış nedir daha iyi anlamaya başladım. Daha sonra Tapduk Emre adında ulu bir kişiyle tanışıp onun öğrencisi oldum. Ondan “gönül dersleri” adını vereceğimiz tasavvuf eğitimi aldım. ** Artık yetişkin bir bireydim. Ülkem ve milletim için bir şeyler yapmalıydım. Bunun yolunun insanlarla iletişimden geçtiğine karar verdim. Bütün bir Anadolu’yu dolaşarak duygu ve düşüncelerimi şiirle anlatmam gerekti. Öyle de yaptım. Şiirlerimde en başta sevgi olmak üzere birlik, dirlik, kardeşlikten söz ettim. Meğerse insanların ihtiyaç duyduğu sözler de bunlar imiş. Söylediklerimin özü şu idi: “Gelin tanış olalım İşi kolay kılalım Sevelim sevilelim Bu dünya kimseye kalmaz” Şiirlerim çok sevildi. Dilden dile yayıldı. İlahi olarak, türkü olarak okundu. ** Adım Yunus Emre, “sevgi şairi.” Asırlarca böyle bilindim, böyle sevildim bu topraklarda. Sizlere de armağan olarak şiirlerimi bıraktım.
Dinle
Yunus Emre
Tabii şiirlerimi kendi dilimle, Türkçe söyledim. Türkçe bizim ana dilimizdir. İşte bu dil ile Allah sevgisini, insan sevgisini, kardeşliği anlattım insanlara. Sonra bu güzellik sözlere, davranışlara yansıdı. Düşmanlığın yerini dostluk, ayrılığın yerini birlik, huzursuzluğun yerini huzur aldı. Kargaşalık bitti. Yeni bir devletimiz, Osmanlı Devleti kuruldu. ** Vakti gelince bu dünyaya veda ettim. Mezarım Sarıköy’dedir. Şimdi geldiğim öteki dünyada gönlüm sizlerle. Çünkü şiirlerim hâlâ söyleniyor, dilden dile, gönülden gönüle dolaşıyor. Yani sizlerle, sizler gibi güzel gönüllülerle birlikte olmaya devam ediyorum. Bu benim en büyük mutluluğum. Hele sizlerden biri bir şiirimi ezberleyip okuyunca daha çok seviniyorum. Çünkü o zaman siz de bir “Yunus Emre” oluyorsunuz. Türkçe yaşadıkça, siz dilinize, dininize sahip çıktıkça bu hep böyle olacak. Her biriniz bir “Yunus Emre” olarak bu ülke, bu millet için güzel işler yapacaksınız. ** Sevgiyle kalın. SORDUM çok seviniyorum. Çünkü o zaman siz de bir “Yunus Emre” oluyorsunuz. Türkçe yaşadıkça, siz dilinize, dininize sahip çıktıkça bu hep böyle olacak. Her biriniz bir “Yunus Emre” olarak bu ülke, bu millet için güzel işler yapacaksınız. ** Sevgiyle kalın. SORDUM SARI ÇİÇEĞE Sordum sarı çiçeğe Annen baban var mıdır Çiçek eydür derviş baba Annem babam topraktır Sordum sarı çiçeğe Evlat kardeş var mıdır Çiçek eydür derviş baba Evlat kardeş yapraktır Sordum sarı çiçeğe Boynun neden eğridir Çiçek eydür derviş baba Kalbim Hakk’a doğrudur Sordum sarı çiçeğe Sen kimin ümmetisin Çiçek eydür derviş baba Muhammed ümmetiyim Sordum sarı çiçeğe Sen beni bilir misin Çiçek eydür derviş baba Sen Yunus değil misin YUNUS EMRE
Dinle
Haikular
HAİKULAR ALTI HAİKU MEHMET AVCI İNGİLİZ SERÇE Ö-ö-ötmeyi Ye-ye-yeni öğrendim Tü-tü Türkçede… KURBAĞA YEŞİLİ Sende yosunla İyi arkadaş olsan Senin de rengin… KIRK AYAKLI YENGEÇ Sayarken yengeç Kendi ayaklarını Kırkayak gelmiş BİRDEN… Minik kedinin Tüylü yılan sanması Kendi kuyruğunu… SESLİ ARAMA Eppeğin k’si Neyeye gidiyoysa Ayyanın r’si… YESİM FIYÇASI Ben bu boyadan Boyalı su yaparım Sulu boya da…… YEDİ HAİKU AHMET KATI İNSAN Koşar insanlar Bilinmez geleceğe Yükü sırtında ÇOCUK Hüzünlü çocuk Düşünceler içinde Yazar haiku RESİM Zıplayıp durur Annemin Karabaş’ı Tozlu resimde LODOS Lodos esince Bursa’nın fesi uçar Isınır şehir GÖLGE OYUNU Kurulur perde Karagöz ve Hacivat Dostluk gölgesi PERDE Renkli perdeler Küçültüyor dünyamı Güneş gidince KUŞLAR Uçuyor kuşlar Dünya adlı kafeste Güneş gidince Ahmet Katı, Bursa BTSO Kamil Tolon Bilim ve Sanat Merkezi öğrencisi *Haiku: Geleneksel bir Japon şiir türüdür. Dünyanın en kısa şiir türü sayılır.
Dinle
Kilitli Kutu
KİLİTLİ KUTU Ayşe’nin kilitli bir kutusu vardı. Onu yatağının altında saklardı. Bazı zamanlarda kimse yokken kutunun kilidini açar, içindekilere bakar tekrar kapatırdı. Bir gün kardeşi Selim, ablasını kutunun içindekilere bakarken gördü. Kutunun içinde ne olduğunu çok merak etti. Ablasına; - Ablacığım, o kutuda ne saklıyorsun? Bana da gösterir misin? diye sordu. Ablası kilidi açtı ve kutudaki eşyaları gösterdi. Kutuda taşlar, küçük bir kırmızı kalem, midye kabukları, kartpostal gibi çeşitli şeyler vardı. Selim çok şaşırmıştı. Bunlar çok değerli şeyler değildi. Ablası neden kilitli bir kutuda bunları saklıyordu. Ablasına; - Bunlar değerli şeyler değil. Neden bunları kilitli bir kutuda saklıyorsun, dedi. Ayşe; - Bak, bu benim ilkokula başladığımda annemin aldığı ilk kalem, bu dayımın bana İstanbul’dan yolladığı kartpostal, bu da çok eğlendiğim bir tatilde topladığım taşlar ve midye kabukları. Bunların hepsinin bir anısı var. Benim için çok değerli, diye cevap verdi. Selim sadece pahalı şeylerin değerli olmadığını anlamıştı.
Dinle
Karikatür
Nerede kaldı hayvan sevgin ? Ama anlasana, seni okula götürmemi bekleme benden! Hoş geldin uzaylı! Bi saniye uzaylı olan sensin! Ama uzaydan benim Gezegenime gelen sensin. Ben dünyalıyım. Dünya uzayda değil mi ? Sensin uzaylı. Sakın arkamda bir köpek olduğu şakasını yapma, inanmam. Sen bilirsin! Benden imkansız bir şey istiyorsun. Diyet programını uyguladığımda gerçekten zayıflayacağımımı düşünüyorsun. Özgürlük benim ruhumda var. Az önce ne dedim ben? Sana sakızı balon yapma demedim mi ?
Dinle
PATİ İLE YOLCULUK MANOLYA ÇİÇEĞİ İLE SÜT KARDEŞ
PATİ İLE YOLCULUK MANOLYA ÇİÇEĞİ İLE SÜT KARDEŞ Geçen gün Pati ile manolya ağacının altında oturuyorduk. Ağacın en büyük çiçeklerinden biri, büyük bir sesle düştü. İkimiz de buna çok şaşırdık. Bir çiçeğin düşmesinden çok, büyük bir sesle düşmesine… Pati kim mi? Tabi ki benim sevgili köpeğim. Tam üç yıllık arkadaşlığımız var. İyi kalpli bir köpek Pati. Karşılaştığı bütün çocuklarla ve çiçeklerle kolayca arkadaş oluyor. Bu özelliğinden dolayı onu çok seviyorum. Büyük çiçeğin çıkardığı sesin şaşkınlığını bir süre üzerimizden atamadık. Şaşkınlığımız geçince de bu sesi incelemeye karar verdik. Önce çocuk kalbimin dürbünüyle inceledik. Sonra beşinci doğum günümde dedemin aldığı mercekle. Beyaz, çok beyaz çıktı rengi. Büyük çiçek beyazdı. Sesi de beyazdı. Pati, hayretle “Senin diline çok benziyor.” dedi. “Nasıl?” dedim. “Senin sesin de beyaz!” dedi. “Hiç öyle şey olur mu?” dedim. “Olur, olur. Çocukların sesi annelerinden emdikleri süt gibi beyazdır.” dedi. Ben de “Hımm, manolya çiçeği, çiçeğin rengi, anne sütü, sütün rengi…” diye kendi kendime biraz söylendim durdum. Kafam iyice karıştı. Yoksa o büyük çiçek de annemin sütünden mi emdi? Nasıl olur bu? Ne yani, büyük çiçeğin çıkardığı sesle benim sesim süt kardeş mi?
Dinle
Etkinlik Zamanı
ETKİNLİK ZAMANI Teknolojik araçları yanlış kullanmanın çevremizdekilerle olan iletişimimize olumsuz etkilerinden daha önceki sayfalarımızda söz edilmişti. Gelin şimdi bağlarımızı tekrar güçlendirelim. Aile bireylerimizle veya arkadaşlarımızla etkinlikler yaparak hem eğlenelim hem öğrenelim. Kukla Yapıyoruz Neler Gerekli? çorap, makas, düğme, ip, orlon, boncuk vb. malzemeler • Kullanılmayan ve temiz bir çift çorap seçelim. • Düğme, pamuk, orlon ip, boncuk, yapıştırıcı vb. malzemeleri kullanarak çoraptan el kuklası yapalım. • Kuklamıza isim koyarak ailemizle canlandırma oyunları oynayalım Kapı Süsü Yapıyoruz Neler Gerekli? renkli eva kağıdı, kalem, kurdele, yapıştırıcı İstediğimiz renkte bir eva kağıdı seçelim Seçtigimiz eva kâğıdını bulut şeklinde keselim. • Kestiğimiz evayı istediğimiz şekilde süsleyelim. • Evanın arka kısmına ikiye katlanmış uzun bir kurdele yapıştıralım. • Kapı süsümüzü istediğimiz yere asalım. OKSİJEN BİTİNCE Neler Gerekli? tabak, cam kavanoz, mum, su, çakmak • Bir tabağın içini suyla dolduralım. • Anne veya babamızdan mumu yakmasını ve tabağın içine yerleştirmesini isteyelim. • Cam kavanozu dikkatli bir şekilde mumun üzerine kapatalım. • Kavanozun içerisindeki oksijen bitince ne olduğunu gözlemleyelim.
Dinle
Etkinlik Zamanı
Mıknatıs Neleri Çeker? Neler Gerekli? mıknatıs, evimizde bulunan para, kâğıt, anahtar, ataş vb. eşyalar • Elimize bir mıknatıs alalım. • Mıknatısı kâğıt, para, anahtar, ataş gibi eşyalara yaklaştıralım. • Hangi eşyaların mıknatıs tarafından çekildiğini, hangilerinin çekilmediğini belirleyelim. • Mıknatıs tarafından çekilen eşyaların ortak özelliğini söyleyelim. • Mıknatısın diğer metal eşyaları da çekip çekmediğini evimizde bulunan diğer metal eşyalar üzerinde deneyelim. Yumurta Boyuyoruz Neler Gerekli? haşlanmış yumurta, viyol, sulu boya veya keçeli kalem Hazırladığımız viyolün bir parçasını aile büyüklerimizin yardımıyla keselim. • Haşlanmış yumurtayı kestiğimiz parçanın içine yerleştirerek masanın üzerine koyalım. • Sulu boyalarımızı veya keçeli kalemlerimizi kullanarak yumurtamızı istediğimiz şekil ve renklerde boyayalım Marakas Yapıyoruz Neler Gerekli? birey sayısı kadar boş pet şişe, pirinç, nohut, fasulye vb. eşyalar Boş pet şişelerin bir kısmını pirinç, nohut, fasulye vb. eşyalarla dolduralım. • Şişelerin kapaklarını kapatalım. • Her birimiz bir pet şişeyi marakas gibi sallayarak ritim tutalım. • İstersek marakaslarımızla küçük bir orkestra da oluşturabiliriz.
Dinle
Arkadaş Edinemeyen Aslan
ARKADAŞ EDİNEMEYEN ASLAN Vaktiyle, Afrika savanalarında yaşayan bir yavru aslan vardı ama hiçbir arkadaşı yoktu. Hâlbuki o da herkes gibi birkaç arkadaş edinmek, onlarla oyun kurmak, eğlenmek istiyordu. Ne yazık ki bunu bir türlü beceremiyordu. Örneğin bir zebra sürüsüne yaklaşacak olsa, hepsi tırısa kalkıp ondan uzaklaşıyordu. Papağanlar, yaban ördekleri, güvercinler de öyle; yavru aslanı gördüklerinde pır pır edip göğe doğru kanat çırpıyorlardı. Bir ikindi vaktiydi. Yavru aslan bir gölün kıyısında durmuş, kendi başına eğlenmek için sudaki görüntüsüne bakıp eğlenmeye çalışıyordu. O sırada, göl kıyısındaki söğüdün dallarına tünemiş bir maymun, yukarıdan onu izliyordu. Yavru aslanın komik hareketlerini görünce kendi kendine; “Şuna bak, ne kadar neşeli bir aslan!” diye düşündü ve onunla tanışmak istedi. Bir sarmaşık dalına tutunarak aslanın yanına doğru sarktı. Sonra güler yüzle onu selamladı: “Merhaba!” dedi. “Yaptığın komiklikler çok hoşuma gitti, biliyor musun?” Yavru aslan, maymunun kendisine gösterdiği nezaketi umursamadı bile. Sadece “Merhaba!” demekle yetindi. Ardından da esnemek bahanesiyle kocaman ağzını açıp sivri dişlerini gösterdi. Ama maymun, hiç istifini bozmadı. Diğerlerinin yaptığı gibi tabanları yağlayıp kaçmadı. Yavru aslan şaşırmıştı: “Benden korkmuyor musun?” diye sordu. “Hayır.” dedi maymun. “Neden korkayım ki? Sen neşeli birine benziyorsun. Neşeli olanları severim. Ben Savana Tiyatrosunda palyaçoluk yapıyorum. Ama bir sahne arkadaşına ihtiyacım var. Eminim bu sen olabilirsin.” Yavru aslan heyecanlanmıştı. Birden yüreğinin mutlulukla çarptığını hissetti. Çünkü hayatında ilk kez, biri kendisine yakınlık gösteriyordu. Bir süre düşündükten sonra; “Ama ben sahneye çıkacak olursam bütün hayvanlar kaçar.” dedi. Maymun kahkahalarla güldü: “Merak etme; hiçbir palyaço sahneye kılık değiştirmeden çıkmaz. Palyaço kıyafeti içinde seni kimse tanıyamaz. İnan bana, doğru söylüyorum.”
Dinle
Arkadaş Edinemeyen Aslan
Yavru aslan ikna olmuştu. Birkaç gün sonra maymunla yavru aslan, Savana Tiyatrosunda sahneye çıktılar. Yavru aslanın başı, rengârenk kurdelelerle ve minik çıngıraklarla süslenmişti. Ayrıca burnunun ucu da kırmızıya boyanmıştı. Maymunun elinde bir top vardı. Yavru aslanı pistin bir kenarına dikip başına bir elma koydu. Sonra, beş on adım geri çekildi. Sözüm ona, elindeki küçük topla yavru aslanın başındaki elmayı vuracaktı. Ama o da ne? Maymun daha arkasını dönmeden, yavru aslan başındaki elmayı alıp kütür kütür yedi. Maymun bu kez, bir ananas bulup koydu aslanın başına. Bu aslan biraz obura benziyordu. Çünkü ananası da yemişti. Başının üzerine konan her meyveyi alıp alıp yutuyordu. Yavru aslanın oburluğu seyirciyi çok güldürmüştü. Zaten amaçları da seyirciyi güldürmek değil miydi? Herkes onları, elleri kızarıncaya kadar alkışladı. Maymun, selamlama sırasında aslanın başındaki süsleri çıkartıp bir kenara attı. Ardından da seyircilere dönerek; “Sayın seyirciler! Size yavru aslanı takdim ediyorum. Ondan korkmanıza gerek yok. Gördüğünüz gibi, o sadece meyve yemekten hoşlanıyor. Artık onunla dost olabilir, el sıkışabilirsiniz.” dedi. O günden sonra Savana sakinleri, önceleri yavru aslandan ürkmüş olsalar da onu tanıdıktan sonra onunla arkadaş oldular.
Dinle
Gülümse
GÜLÜMSE Haydi, hep birlikte gülümseyelim… Nasıl mı? 3 deyince bu yazıyı okuyoruz. 2+1 Bu dergide gördüğünüz ve size komik gelen karikatürlerden birini zihninizde canlandırmayı deneyin. Yüzünüzde hafif bir tebessüm belirdi değil mi? Peki, dünyanın belki de en güzel görüntüsünün, yani gülmenin nasıl gerçekleştiğini hiç düşündünüz mü? Gülümsemek gördüğümüzden çok daha karmaşık ve zor bir iştir aslında. Haydi, gelin birlikte bu keyifli hareketin vücudumuzda nasıl gerçekleştiğini öğrenelim: Komik bir fıkra duyduğumuzda ya da bir olay yaşadığımızda beynimiz öncelikle bunu anlamlandırmaya çalışır. “Acaba bu komik mi? Buna gülmeli miyim?” gibi sorgulamalarda bulunur. “Tamam, bu çok hoşuma gitti...” dediği anda yüzümüzde bulunan 43 kastan en az 10 tanesi gülmeye hazır bir şekilde bekliyordur aslında… Bizleri mutlu eden tüm olaylar beynimizin singulat korteks adı verilen bölgesinde değerlendirilir. Singulat korteks isimli bu arkadaş hemen beyinde yer alan diğer alanlarla iletişime geçer ve “Arkadaşlar, komik bir olay öğrendim. Sizlerle paylaşmak istiyorum.” deyip hemen yüz kaslarımızı harekete geçiren bölge olan motor korteksle görüşür. Hayır, hayır ulaşım aracı olan motor değil elbette… Beynimizin bir başka bölgesi motor korteks. Motor kortekse neden gülümsememiz gerektiğini anlatır ve ondan yüzümüzdeki kasları hareket ettirmesini ister. Tam bu esnada yüzünüzde yer alan ve gülmeye yardımcı kasların yanında özel bir kas olan zaygomatikus majör gülme hareketini gerçekleştirir. Sahi, bu kasın ismini ailenizle birlikte söylemeyi dener misiniz? Hepsi bu kadarla bitmiyor elbette. Singulat korteks arkadaşımız yine beyinde yer alan ve bezelye büyüklüğündeki hipofiz beziyle görüşmeye başlar. Ondan “endorfin” adını verdiğimiz, bizi rahatlatan ve mutlu eden bir hormon salgılamasını ister. Bu hormon hem gülme etkisini daha uzun süre hissetmemizi hem de mutluluk hâlimizin devam etmesini sağlar. Tüm bunlar gerçekleşirken nefes alışverişimiz bile değişir. Hatta çok uzun süre gülersek oksijensiz kalmamızdan ötürü yüzümüz bile kızarabilir. :)
Dinle
Gülümse
Beynimiz, gülmemizi sağlayan olayları duyu organlarımız aracılığıyla algılar. Komik bir olayı işitme engelli bir arkadaşımız gözleriyle, görme engelli arkadaşımız duyma ve dokunma duyusunu kullanarak anlayabilir. Ardından da kahkahalarıyla neşelerini ortaya koyarlar. Yani komik bir olayın beyinde işlenmesi için tek bir duyu organı bile yeterlidir aslında. Gülmek de tıpkı esnemek gibi bulaşıcıdır! Yapılan bir araştırmada ne olduğundan haberi bile olmayan insanların gülen kişileri gördüklerinde eşlik ettiklerini göstermiştir. Mutluluğun paylaşımıdır gülümsemek. Lütfen gülümsememizi tüm arkadaşlarımıza ve çevremize yayalım. İnanın bir çocuğun gülüşü birçok ilaçtan daha faydalıdır. Gülmenin çok keyifli olduğu kadar oldukça karmaşık olduğuna siz de inandınız değil mi? Şimdi arkamıza keyifle yaslanıp aşağıdaki fıkrayı okumaya ve doya doya gülmeye ne dersiniz? Kim bilir belki doya doya güldükten sonra yazının içerisinde kaç tane gülen yüz olduğunu da saymayı denersiniz. İÇİNDE BEN DE VARDIM Nasrettin Hoca, bir sabah uyanmış ve işe gitmek için hazırlanmış. Karısı ile konuşurken birden ayağı takılıp merdivenlerden aşağı doğru yuvarlanmış. Büyük bir gürültü kopmuş. Karısı feryat içinde gelmiş Hoca’nın yanına. Yerden kaldırıp işe uğurlamış. Hoca yolda komşusu ile karşılaşmış. Komşusu sormuş: - Hoca, hayırdır sabah sizin evden büyük bir gürültü duyduk. - Önemli bir şey yok, demiş Hoca. Benim kavuk merdivenlerden aşağı yuvarlandı da… - Canım, kavuğun yuvarlanması hiç öyle ses çıkarır mı, diye sormuş komşusu. Hoca; - Canım uzatma işte. Kavuğun içinde ben de vardım, demiş.
Dinle
Sol Yanımız, Canımız
SOL YANIMIZ CANIMIZ Bebek doğunca ağlamaz mı? Elbette ağlar. Muhammed Ali, hiç ağlamamış. Ebe hanımın kucağında gördüm ilk onu; “Oğlun.” dedi. Koridor boyunca yürüdükten sonra bir odaya girdi. Ben de ardından girdim, topuğundan kan alıyordu ebe hanım. Yalnız Muhammed Ali, yine ağlamıyordu; bir iki hıngaa, hepsi o kadar. İlk çocuk mutluluğunu tadanlar bilir, ben de çok mutluydum… Az sonra bizi ailecek bir odaya yerleştirdiler. Epeyce koşuşturmadan sonra dinlenme fırsatı bulmuştuk. Muhammed Ali, kendine ayrılan yerde sessizce yatıyordu. Koltukta yatmış, ancak yorgun uyanmıştım. Daha sonra kadın doğum doktoru ve çocuk doktoru odaya geldiler. Birkaç soru sordular ve Muhammed Ali’yi evirip çevirdiler. Kendi aralarında fısıldar şekilde konuştular, bir ara ağızlarından “down, down” gibi bir iki sözcük duyabildim. Kontrol yapılmış ve bitmişti. Odadan çıkıverdiler. Az sonra kadın doğum doktoru geldi; bize “Down’a benziyor lakin kesin değil.” dedi. Daha önce duyduğum fakat hakkında derinlemesine bilgi sahibi olmadığım bu kelime sevincimizi hüzne dönüştürdü. Muhammed Ali’nin down sendromu olduğu, Tokat Tıp Fakültesi Hastanesi’nde yapılan testlerden sonra kesinleşti. Kendimizi hazırlamıştık; evladımız, canımız, Muhammed Ali’mizi bağrımıza bastık ve hastaneden ayrıldık. Günler geçiyor Muhammed Ali yavaş yavaş büyüyordu. Yerde sürünmeler, emeklemeler derken geç de olsa yürüme aşamasına gelmişti. Uzadıkça kırılmayan, bilakis dümdüz uzayan saçları, melek yüzü, şekerimsi masumiyeti ve saflığıyla Muhammed Ali bize yük olmuyor, aksine evimizin neşesi, sevinç kaynağı oluyordu. Gün akşama evrilmiş, mesaiden biraz geç çıkmıştım. Birkaç alışverişten sonra evin kapısını annesiyle açan Muhammed’den “Baba geldi.” cümlesini duyduğum an, yeniden baba olmuştum. Bir sözcük, -hele de Muhammed Ali’nin dilinden düşmüşse – insanı mutlu etmeye yetiyordu. Ne mutlu ki Allah (cc) bizlere bu günleri nasip etmişti. Omuzlarına doğru düşen saçlarıyla, herkesin ilgi odağıydı. Bu güzel saçları onun özel yanını saklıyordu. Lakin saçların kesilmesi, her saç bir yaş kabilinden bakıma ihtiyacı vardı. Aklı ereli ilk defa tıraşa gidecekti. “Muhammed Ali, seni vızz vızza götürelim mi?” dedim? Birden şampiyon sporcu edasıyla sevindi. Derken berbere vardığımızda ustanın da tavrı onu ayrı bir coşturdu. Altına konulan yüksekçe bir minderden sonra Muhammed Ali, bir yetişkin gibi tıraşa hazırdı. Muhammed Ali, yıllardır tıraş oluyormuş gibi duruyor, usta ne dese ona göre şekil alıyordu. Az geriden bu hâle şahit oldukça gözlerim dolsa da belli etmedim; öte yandan içimi muhteşem bir sevinç kaplamıştı. Muhammed Ali, yavaş da olsa büyüyordu.
Dinle
Sol Yanımız, Canımız
Eğitim çağı gelip çatmıştı. İlk defa öğrenci velisi oluyordum. Muhammed Ali’yi seve seve kabul eden Nazile Hoca’mıza ne kadar teşekkür etsek azdır. Okul için hazırlandık, okul kıyafetleri içinde Muhammed Ali’yi görmeliydiniz. Bir sevinç, bir sevinç, tatlı mı tatlı bir öğrenci… İlk gün diğer öğrencilere göre daha fazla ağladı sanırım. Birkaç gün sonra öğretmenimizin de desteğiyle, okul vaktinin geldiğini biliyor, hazırlıklara başlıyordu. Çantasını kimseye taşıtmıyor, sırtından bir an olsun indirmiyordu. İlk karnesini aldığında anlamını çok bilmese de bir şeyleri başardığının bilinciyle, “Şampiyon, şampiyon!” diye haykırıyordu. Boynuma sarılıp destek bekliyor, onu buldukça daha çok sarılıyordu. Her ne olursa olsun bir şeyi başarmak, hayatta ben de varım, demekti bu. Muhammed Ali şimdilerde, okulun vazgeçilmezlerinden… Onu çok seven bir öğretmeni var. Muhammed Ali de öğretmenini çok seviyor. Arkadaşları Muhammed’i, Muhammed de arkadaşlarını çok seviyor. Birlikte oynamaktan zevk alıyorlar. Bugünlerde hece hece okumaya çalışıyor. Destek eğitim odasında aldığı eğitim, onu daha da ileri taşıyor. “Ma-sa, el-ma, sal, i-sa” hecelerini ve bunlarla kurulan kelimeleri okuyabiliyor. Üstünü başını giyiyor, yemeğini yiyebiliyor. Temizlik alışkanlıkları oldukça gelişti, dişlerini fırçalamadan yatmıyor. Elbette bütün bunların arkasında onun asli öğretmeni annesi var. Onu sonsuz bir sevgi ile seven, şefkat ve merhamet pınarı annesi… Belki de Muhammed Ali’nin hayattaki en büyük talihi, annesi…Kalbinde zerre kötülük yok. Evimize misafir gelse veya çarşıya gezmeye çıksak herkese el sallıyor, selam veriyor. “Merhaba, merhaba!” sözleri sevimliliğiyle kucaklaştığında insanların ona kayıtsız kalması mümkün olmuyor. Seviyor, seviliyor. Zira insan sevdikçe sevilir… Muhammed Ali de öyle. O, bizim için hayatın anlamı. En özelimiz ve en güzelimiz… Allah’ın bize en güzel emaneti… Sevimliliği, saflığı, sıcaklığıyla neşemiz… O büyüdükçe biz büyüyoruz… O bizim canımız, oğlumuz… Muhammed Ali’mizi dahası tüm Muhammed Alileri çok seviyoruz… Yüzleri daima gülsün, bahtları ve gönülleri açık olsun…
Dinle
Biz Bu Kitapları Çok Sevdik
MASALLAR- NASREDDİN HOCA HİKAYELERİ - İNSAN VÜCUDU TİYATROSU- PÜSKÜLLÜ DEVE- KÜÇÜK PRENS - ALTIN IŞIK - MACERALI TATİL - 101 ATASÖZÜ 101 ÖYKÜ - ATLAS - GÜLİBİK - GUGUKLU SAATİN KUMRUSU - KUŞ SOFRASI - BİZİM TOMBİŞ FİYONK MAKARNAYI ÇOK SEVİYOR - KIRMIZI FİL'İ GÖRDÜNÜZ MÜ? - GÜLÜCÜK - ÜÇ KEDİ BİR DİLEK - BULUT KUŞ - CAN'IN KUŞLARI - PEZZETTİNO - NOKTA - BEKÇİ AMOS'UN HASTALANDIĞI GÜN - AY'I KİM ÇALDI - VAN GOGH ARKADAŞIM NOKTA -
Dinle
Dergi Dokümanlarını indir
Sesli dergideki ses dosyalarını buradan indirebilirsiniz
Dokümanlar